Ortaçağ başlarında, sorunun nasıl olduğunu değerlendirebilmem çok zor, ama o zamandan bu yana pek nadir olarak şimdiki konumda olmuşuzdur. Hatta Bulgaristan, Rus etkisinden kurtulduktan sonra bile, bağımsız bir dış politika (ve büyük ölçüde iç politika) izleme şansına sahip olamadı. Bulgaristan, yeni kurulmaya çalışılan demokratik düzende, Makedonya'nın tanınması dışında pek siyasi manevra kabiliyeti olmayan bir ülke konumunda kalmıştır.
Şimdi özgürüz, kontrollü girişimlerde bulunabilir, bu yolda hatalar bile yapabiliriz. Zamanla hatalardan kurtulup bu duruma alışacağız. Artık sorun, hangi istikamete doğru hareket edeceğimizdir. Uslu uslu oturup karnımızdan mı konuşacağız, malum genel çizgimizi hayata geçirenler arasında mı yeralacağız, yoksa daha olgun yollar mı izleyeceğiz? Ve bu yollar hangileridir?
Türkiye, diğer konuları göz ardı etsek bile Bulgaristan için, en azından ortak sınırlara sahip olmamız bakımından önemlidir. İster istemez Türkiye'nin bazı sorunlarıyla ilgilenmemiz gerekecektir. Belli ki bunu gönülsüzce yapacağız. Neden gönüllü yapmayalım?
Garip olmakla birlikte Türkiye, biz Bulgarlar için hala derin ve anlaşılması zor bir sorun teşkil ediyor. Ve bu durum, İvan Vazov'dan Anton Donçev'e, Todor Jivkov'dan Volen Sidorov'a (1) ve diğer benzerlerine varıncaya kadar, hepimizin suçu. Anlaşılan, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) de (2) Türk sorunu ve perspektifini anlamamıza yardımcı olamadı. HÖH'ün ortaya çıkışı ve siyasi başarısı, sıradan vatandaşların Türkiye hakkındaki önyargıları güçlendirmekle kalmadı, Rus tipi “aydınlar” tarafından da kuşkuyla karşılandı. Gerçek ise, yıkıcılığı hakkında oluşmuş kanaatin tersine HÖH'ün Türkiye ile olan bağlarının çok zayıf olduğudur. Bu bağların yoğunluk derecesi uzun uzun tartışılabilir, ama bu tartışmalar hiç önemli değildir. Türkiye, hem Bulgaristan hem Avrupa hem de dünya için, Bulgaristan'daki herhangi bir siyasi partiden çok daha önemlidir. Zaten HÖH, televizyonda yirmidört saat seyrettiğimiz Ahmet Doğan'ın çerçeveli resmine dönüştü.
Bakışlarımız biraz daha öteye, İstanbul ve Ankara'ya, Türk sahillerine ve Türk el emeğine yönelmeli. Ayrıca, Türk tarihine, Türk kültürüne ve Türk diline yönelmeli. Böylece, Türkiye'nin Bulgaristan için gerçekten muazzam bir pazar olduğunu görmekle kalmayıp, işgücü kaynakları tükenmiş olan Bulgaristan için ucuz iş gücü kaynağı ve umudu olduğunu da görmeliyiz. Kaldı ki Türkiye, ekonomik bakımdan Bulgaristan'dan daha hızlı gelişen ve bu suretle onu sınırlarımız ötesi Bulgar yatırımları için çok cazip kılan bir ülkedir.
Türkiye'nin, AB üyesi olması veya olmaması, Bulgaristan'ın tutumuna bağlı değildir. Katılım müzakereleri onbeş-yirmi yıl sürecektir ve önümüzdeki dönemde öyle bir hale gelecektir ki, akademik, siyasi, ekonomik boyutları olan bir endüstriye dönüşecektir. Neden Bulgaristan, bu sürece dahil olmasın? “Beşyüz yıl Türk esaretinde kalmış olduğumuz” için mi? Oldukça ilkel ve yenilgi psikolojisiyle ileri sürülen bir gerekçe bu. AB ile Türkiye arasında aracılık etmek, Bulgaristan'ın uzmanlık alanına dönüşebilir. Ve bu aracılık sıfatının, HÖH ile mutlaka ortak bir yanının olması gerekmez.
Avrupa'da -iddiasında haklı veya haksız olsun- Türkiye'yi bizden daha iyi anladığını iddia edebilecek ülke neredeyse yoktur. Bulgaristan, Türkiye'nin görüşüldüğü AB masasında hazır bulunacaktır. Biz, AB üyesi bir ülke olarak ABD'nin de güvenini kazanmış bulunuyoruz. Türkiye konusu en iyi nerede tartışılır? Henüz kılıçların kınına girmediği Yunanistan'da mı, Türk sorununun neredeyse tamamen misafir işçi yorumuna indirgendiği Almanya'da mı? Veya yabancı düşmanlığı hastalığına tutulmuş Fransa'da mı? AB konusunda kötümser Büyük Britanya'da mı? Elbette Bulgaristan'da.
Türkiye'yle diğer yakınlığımız kültürel yakınlığımızdır. Avrupa milletleri denizine açılınca, öz kişiliğimizi koruyabilmek konusu hiç de önemsiz bir konu sayılmaz. O zaman Türkiye'ye bakarak, bizim kim olduğumuz konusunda daha berrak bir görüşe sahip olabiliriz. On-line forumlarda, kendine aydın diyenlerin ukalaca öne sürdüğü bir teze göre “Bulgar toprağı beşyüz yıl Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde yaşamıştır.” (Ama bu durumu cahilane bir şekilde Türk esareti olarak değerlendiriyorlar. Oysa bu ne bir esarettir, ne de Türk esaretidir.)
Evet dilimiz Türk dilinin istilasına uğramıştır ve bugün de dilimizde bol miktarda Türkçe sözcük vardır. Ama bu sözcükleri dilimizden çıkaracak olursak, raflardaki edebi eserlerimizin yarısını çıkarıp atmamız gerekir (muhtemelen tam yarısını). Geleneksel Bulgar mimarisine göz atacak olursak, onun da Osmanlı mimarisine şaşılacak derecede benzediğini hayretle görürüz. Bu benzerliklere, Bulgar kilimlerini, Bulgar mutfağını, Bulgar gülünü (3), parklarda bile oynanan tavlayı ve başkalarını da ekleyebiliriz.
Birkaç yıl önce Türkiye'yi ilk kez ziyaret ettiğimde küçük bir kültür şoku yaşamıştım. İlk sürpriz, girdiğim ilk lokantada sunulan Bulgaristan usulü cacık oldu. Bana aşılanmış olan vatan sevgisine göre, bana öğretildiği üzere cacık, Bulgaristan dışında hiçbir yerde yapılmazdı ve onu da en güzel annem yapardı (ben de buna inanmıştım). “Az gelişmiş uzak komşumuz” Türkiye'de bana ilk ikram edilen şey, annemin hazırladığı kadar güzel yapılmış cacık oldu. Türkiye'ye gelen her Bulgar vatandaşı benimkine benzer küçük dramlar yaşayabilir. Bunlar, kültürel yakınlığımızı hatırlatan anekdotlardır.
Bulgar insanı, Türk sorunuyla başedebilmek için bazı mümkün stratejiler geliştirmiştir. Birincisi, çok yaygın olan Vazov stratejisidir. Bu strateji, şu anda Ataka partisinin uyguladığı stratejidir ve şunu der: Onlar bizi kesmişler, ülkemizi talan etmişler, biz de onlardan yüz çevirmeliyiz, dilimizi Türk dilinden arındırmalıyız, düzenli olarak kiliseye gitmeliyiz. Fakat Vazov'un “Pod igoto” (Esaret Altında) ve “Epopeya na zabravenite” (Unutulanların Destanı) gibi eserlerinin dışındaki şiirlerini okumuş olanlar, yazarın Bulgar folkloruna, Türk haremi muamelesi yaptığını hayretle göreceklerdir. İkinci strateji ise Doğu kültürünün, Avrupa merkezli bir anlayışla reddedilmesidir. Bu, Aleko'nun stratejisidir. Adi ve Doğulu olan her şeyden utanç duyar ve arzulanan Viyana, Cenevre ve Paris kültürüne tapmak şeklinde tezahür eder. Fakat üçüncü bir strateji daha vardır. O da, objektif bir gözlem, sağlıklı bir merak duygusu (tecessüs) ve içten gelen, kendi kendini tanıma arzusudur. Bu, öz milli duyguların stratejisidir; kültürüne aşırı güven duyanların ve milli komplekslerin, fesat komplocu paranoyalara inananların stratejisi değildir.
Bulgaristan'ın AB üyeliği, Avrupa dışı asimilasyon ve Bulgaristan'dan toprak talepleri iddialarını da bertaraf etmiş oluyor. Yıllar önce bir Bulgar bakan beni, Türklerin, Türkiye'den gelen parayla Bulgaristan'dan hektar hektar toprak satın aldıklarını ve daha sonra bu toprakları Bulgaristan'dan ayıracaklarına ikna etmeye çalıştı. O zamanlar, satın alınmış böyle devlet tarım kooperatiflerinin bağımsızlık taleb edeceklerine inanmamıştım. Bugün, bu tür korkulara kapılanların, ancak ruh sağlığı bozuk insanlar olabibileceğine inanıyorum.
Şimdi önümüzde veya -yüzümüzü Brüksel'e dönmüş olduğumuzdan arkamızda- imkanlarla dolu engin bir ülke uzanıyor. Şimdiye kadar o ülke konusunda, eski tarih kitaplarının “partizanları” olarak sustuk. Türkiye'nin Yılan yuvası ve arı kovanı olduğunu hesaplayarak, milletimize bulaşıcı hastalık taşıyacağını düşündük; en “uygar” olanlarımızın düşüncesi bile, Türkiye'nin, ağzımıza sığmayan büyük bir kaşık olduğu idi. Beynimizde hala, Türklere karşı eski direniş öykülerinin damgasını taşımaktayız: Rus-Türk savaşı olur, Bulgar insanı, utancından kurtulmak için kurban vermesi gerekir vs. Direnişçilerin zaferini hiçbir şekilde küçümsemiyorum ve Osmanlı idaresine karşı savaşmış diğer kahramanların hakkını teslim ediyorum ama Vazov'un uyuşturucu naif milliyetçiliğinin devri geçmiştir. Avrupa'nın ve Türkiye'nin artık bunları arkada bırakmış olması gerekir.
Türk perspektifinden yararlanabilmemiz için, “Unutulanların destanı”nı unutmamız gerekiyor (tabii kahramanlarını değil). Bulgar üniversitelerinde Osmananlı kürsüleri açılmalı, Türk dili öğretilmeli. Bu, Bulgaristan'ın Türk bölgelerindeki Türkçe eğitimiyle karıştırılmamalı. Balkan incelemeleri merkezleri açılmalı ve buralarda geçmiş analiz edilmeli, incelemeler yapılmalı, Türkiye ile olan siyasi ve ekonomik ilişkilerimizin perspektifi belirlenmeli. Bulgar politikacıları ve siyasi partileri, Türkiye ile HÖH arasında bağlantı olduğu düşüncelerini kafalarından çıkarıp atmalı ve komşumuzla ciddi görüşmeler, müzakereler yapmalı.
Bulgar ticaret ve sanayi odaları, Brüksel ve Londra'ya gönderdikleri kadar kalabalık ticaret heyetlerini Türkiye'ye de göndermelidirler. Rus pazarlarına yeniden girmek hesabı yapanlar, şapkalarını önlerine koyup bir kez daha düşünmeliler. Ekonomik büyümesi esas olarak dünya ham madde fiatlarına ve liderinin iradesine endeksli bir pazara mı rağbet edilmeli; yoksa AB üyeliğine yönelmiş, dinamik, ekonomik bakımdan hızla büyüyen, dışarıdan daha az etkilenen, çeşitlenmiş orta büyüklükteki işletmelerin bulunduğu bir pazar mı tercih edilmelidir? Tabii ki ikincisi tercih edilmelidir.
Artık AB üyesi olduk. Cacığın ve güllerin, sadece Bulgaristan'da bulunduğu düşüncesiden kurtulalım. Böylece, AB bünyesinde ciddi bir yer tutabilme şansımız da önemli ölçüde artacaktır.
Yulian Popov, Bulgar yazar
Bulgaristan'da yayımlanan Dnevnik gazetesinden çeviren, Ali Caydı
Çevirmenin notları:
İvan Vazov (1850-1921) Bulgar şairi. Türk-Rus 93 Harbi'nden sonra yazdığı 'Epopeya na Zabravenite' adlı Rus yanlısı eseri nedeniyle Osmanlı (Bulgar) topraklarını terkedip Odessa'da sürgün yaşamak zorunda kaldı. Anton Donchev (1930-) Burgaz'da doğdu. Büyük bir Bulgar yazarıdır. Todor Jivkov (1911-1998) Eski Komünist Partisi ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti devlet başkanı. 1989'da iktidardan çekilmeye zorlandı. Bulgaristan Türklerinin zorla adlarını değiştirmeye kalkmıştır. Uyguladığı ağır baskı politikasının bir sonucu olarak 1985'de Bulgaristan'dan Türkiye'ye son zorunlu kitlesel göç gerçekleşmiştir. Volen Siderov (1956-) Bulgar politikacı. Türk düşmanı faşist Ataka (Natsionalen Sayuz Ataka) partisi başkanı.
Bulgaristan Türklerinin kurduğu liberal Bulgar 'Hak ve Özgürlükler Hareketi' (Dvijenie za Prava i Svobodi: DPS) resmen 1990'da kuruldu. Ondan önce 1980'li yıllarda yeraltı örgütü olarak, Türklerin Jivkov yönetimi tarafından zorla Bulgarlaştırılmalarına karşı mücadele etmiştir. 2005'den beri iktidar ortağı. Kabinede üç bakanlığı var. HÖH Liberal Partiler enternasyonaline üyedir. Partinin başkanı Ahmet Doğan'dır.
Bulgaristan, (Isparta gibi) dünyanın en ünlü gül ve gül ürünleri merkezidir.