9 Haziran 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra “Avrupa Sağa mı kayıyor?” haklı sorusu, bazı peşin hükümlere ve yanlış çıkarımlara yol açıyor. Milliyetçi/ulusalcı Sağ partilerin Avrupa'nın her yerinde önemli ''başarılar'' elde etmeleri, benim de Avrupalı dostlarım üzerinden hissettiğim yeni bir durum. Sözkonusu olan asıl durum, “tepki” oyları ve “korku” oylarıyla ilgili. Daha geniş bir açıdan bakınca, bence, Dünya Sağa değil ama -yeniden tarif edilmesi gereken bir anlamda- Sola kayacak gibi görünüyor.
Avrupalıların kimyasını bozan ve dolayısıyla Dünyayı da etkileyen üç konu var üzerinde durulmasını gerektiren. Bunların başında, Putin’in Ukrayna’ya doğrudan saldırıp işgal ederek Avrupa'ya 1945’den beri yaşamadığı bir olay yaşatmış olması geliyor. Bu olayın nedenleri konusunda tabii ki türlü çeşitli argümanlar havada uçuşuyor, ama bunlardan hiçbiri, işgal ve savaş gerçeğini değiştirmiyor.
Avrupalıların kimyasını bozan ikici olay, -tüm engelleme girişimlerine rağmen- Avrupa’nın dört koldan mülteci akınına maruz kalması ve bu akının neredeyse sadece Müslüman diyarlardan gelen mültecilerden oluşması, mültecilerin bitmek bilmeyen yürüyüşleri/gösterileri ve kanlı bıçaklı şiddet olaylarına karışmaları.
Avrupalıların kimyasını bozan üçüncü konu, Avrupa'nın Çin ve ABD ile ilişkileri. ABD, Soğuk Savaş'ın başından itibaren Avrupa’nın koruyucu kalkanı rolünü otomatikman üslenmişti, Trump denen kişinin Başkan’lığından beri bu değişti. Avrupa'nın Çin’le ilişkileri ise ekonomi ve siyasi bağlamda birbirini iten iki manyetik kutup gibi. Çin'le ilişkiler, ABD’yle ve Avrupalı değerlerle, mesela demokrasiyle sorun üretiyor.
Avrupalıların kimyasını bozan bu üçlü denklemde Türkiye, Suriyelilerden sonra Avrupa’ya en çok “göçmen” gönderen ülke olmak (ve Rusya ile Ukrayna ve arasındaki görüşmelere tarafsız mekan sunmak) dışında pek bir önem arzetmiyor.
Müslümanların -kendi ülkelerinde asla yapamadıklarını Avrupa’da yapıp- zırt pırt yürüyüş/gösteri yapmaları Avrupalıları huzursuz ediyor. Anti-İsrail gösterileri insanları bıktırmış görünüyor. Kuşaklar boyu Sosyaldemokratlara ve Sola oy veren dostlarımın bile mültecilere güveni kalmamış. İslamcı militanların sokak ortasında -hem de kameralar önünde- bıçakla polis öldürmeleri, güvensizlik konusunda adeta tüy dikti, seçimlerde (aşırı Sağı destekleyen) ''protesto'' oyları patladı.
Genel algı şöyle: ''Ortalığı karıştıranlar hep Müslüman mülteciler. Sürekli gösterilerle cde huzurumuzu bozuyorlar''. Kısacası, Avrupalılar, sayıları hızla artan mültecileri istemiyor. Mültecilerin, kadınları özellikle rahatsız ettiği anlaşılıyor. Avrupalılar, mültecilerin neden başka Müslüman ülkelere sığınmayıp ille de Avrupa’ya geldikleri halde, bulundukları ülkelere uyumsuz davrandıklarını anlayamıyor.
Seçimlerde beklenenden bol oy alan Sağ partiler, mültecilere düşmanlar ve onlardan kurtulmayı hedefliyorlar. Aşırı Sağ partilerin elbette başka özellikleri de var, mesela Avrupalıların kimyasını bozan “Korku”ları tepe tepe kullanıyorlar. Bir taraftan mültecileri kovmayı vaad ederken, diğer taraftan da ''Ukrayna’dan bize ne'' deyip, Rusya’nın alenî saldırısına ses çıkarmamayı savunuyorlar.
Açıkçası Ruslar, ''Yapay Zeka'' denen profesyonel yalancılık mekanizmasını ve internet üzerinden yapılan -kamuoyunu etkilemeyi hedefleyen- rafine manipülasyonları ve tabii ''parayı'' oldukça ''iyi'' kullanıyorlar. Hatta Rusya’nın, bu “milliyetçi/illiyetçi” faşizan Sağı gayet iyi yönlendirdiğini söylemek mümkün. Trump bile Ruslarla aynı telden balalayka çalıyor, Başkan seçildiği seçimlerde Ruslardan manipülatif destek almış olabileceği hâlâ konuşuluyor.
Tabii Avrupa seçimleri sonucunda şimdi -mesela Fransa’da- erken seçimler yapılacak, bazı hükümetler değişecek, ama bu durum, Avrupalıların ''Korku''larını kaşıyıp duran Rusların Ukrayna’da bataklığa saplandıkları gerçeğini değiştiremiyor. Hele Avrupa ve ABD’nin izin vermesiyle Rusya içlerini de vuran Ukrayna'nın her gün binden fazla Rus askerini öldürdüğünü anlatan Çinli bir paralı Rus askerinin savaş alanından yaptığı yayın internete düştü. Bu profesyonel asker de, böyle acımasız ve çok kayıplı bir savaşı sürdürmenin Rusya açısından imkansız olduğunu anlatıyor.
Rusların ''Avrupalıları korkutup ürkütmek'' üzerine kurdukları rafine (medya ve sosyal medya) stratejisinin, Avrupa seçimlerinde Rus yakını bilumum aşırı Sağ partinin oy üstüne oy almasına rağmen başarısızlığa uğradığı söylenebilir. Zira G7 ülkeleri 13 Haziran günü aldıkları bir kararla, Ukrayna’ya 50 milyar Dolar yardım vermeyi kabul etti; bu paralar hem de Avrupa'da/Batıda dondurulmuş Rus varlıklarından alınarak Ukrayna'ya verilecek. Ruslara verilmiş çok net bir yanıt bu ve anlamı da şu: Biz Ruslara karşı aktif pasifizmi savunan aşırı Sağ partilere sağladığın parasal ve bilişimsel desteğin farkındayız, bak biz de Ukrayna'ya -hem de bizzat senin 50 milyar Dolarını- veriyoruz. ''Savaşı kim kazanır?'' sorusuna verilecek yanıtlardan önceki son çıkış mahiyetinde bir tavır G7 ülkelerinin tavrı.
Avrupalıların savaştan ve Putin'in atom bombası tehditlerinden korkmalarından, bıçaklı Müslüman mültecilerden ürkmelerinden daha doğal bir şey olamaz. Bunların nedenlerini derinlemesine sorgulamak gerekir elbette, Avrupa ve Batı masum da değil, ama her türlü manipülasyonu yapan Rus tipi ''Yapay Zeka''ya boyun eğmeyip karşı önlemler almak da politikacıların işi. Korkuları kullanarak oy alan aşırı Sağın bit pazarına nur yağmış da olabilir -tabii şimdilik- ama bunun sürdürülebilir bir durum olduğu şüpheli.
Balon gibi şişirilmesi konusunda Rusya’nın önemli ''yatırımları'' bulunan aşırı Avrupa Sağı yükselmiyor, zira Amerikan (ve tabii İsrail) karşıtlığı ve Rusya taraftarı popülizm, mülteci düşmanlığı dışında dişe dokunur politikaları yok. Avrupalı aşırı Sağ partiler, Rus konjonktürüne endeksli yapılar. Batılı ülkelerinin Ukrayna’ya gönderdikleri silahları Rusya içlerinde de kullanma izni vermelerinin ardından net bir şekilde anlaşıldığı üzere savaşın Rusya tarafından kazanılması ihtimali bulunmuyor. Rusya, korkunç kayıplar veriyor ve barış yapmak zorunda, -ama henüz yapamıyor.
Rusya, Avrupa'daki korkuyu had safhaya çıkarmak için Ukrayna’da atom silahı kullanırsa, buna Avrupa hükümetlerinin bir çoğu dayanamayabilir, ama konunun böylece kapanmayacağı açık.
Yeniden netleştirmemiz gereken konu şu:
21. Yüzyılda asıl eğilim, otoriterliğe karşı tepkilerin çok daha rafine hale gelmesi ve otoriterliği aşması olacak. Bu eğilim, otoriter Rusya’dan yana değil. Konjonktürel değişimler ile asıl eğilimleri temsil eden paradigmaları birbirine karıştırmamak gerekir. 2020 sonrası Dünyasının asıl eğilimi, post kapitalizme doğru ilerleyen bir özgürlükler ve kadınlar çağı olmaktır. Otoriterliklerin bu denklemde yaşaması çok zor. “Gelecek korkusu” ile elbette zigzaglar çizilecek, Sağ partiler de bundan ''faydalanacak''tır, ama 2020 sonrasını belirleyen paradigma değişmez.
Asıl eğilim, rasyonel akıl ve çok geniş birlikteliklerle konuşarak sorun çözme yöntemlerinin esas hale gelmesidir. Kadınsı değerlerle de ilgili olan bu durum, çok farklı kesimler ve aidiyetlerden gelen insanların Dünyanın varoluşsal köklü sorunlarının sorumluluğunu üslenmeleriyle ilgili (Sol geleneğe yakın, enternasyonalist) bir yaklaşımdır, postkapitalizme doğru ilerleyen zorunlu bir istikameti temsil eder. Bunlar, kendisini herkesten üstün gören ve başkalarıyla eşit/rasyonel ilişkiler kurmaktan aciz düşmanperest milliyetçi Sağ ahmakizmde olmayan özelliklerdir. Bu nedenle ''Aşırı Sağın yükselişi'', belki Rus otoriterizminin yelkenleri suya indireceği güne kadar sürer, sonra kenar mahallelerin loş birahanelerinde sona erer.