Türkiye'yi İslamcılar dönemini ebediyyen aşmaya zorlayan faktörler var. Bunlardan biri, İslamcıların "Kültürel hegemonya" terimi altında değerlendirip son vermek istedikleri modern Türk kültürü. Türkiye'nin uzun modernleşme süreci boyunca oluşmuş ve anlaşılır nedenlerle esasen Batı orijinli olan modern kültürün, İslamcılar tarafından Batının bir hegemonya aracı olarak algılanması ve kısıtlanması, bu kültürle şekillenmiş ve onu yaşayan/kullanan insanlar tarafından bir "Eğlence sorunu" olarak algılanıyor.
Modern kültürün sunduğu eğlence ve kültürel gereksinim, ayrım yapmadan hem genç hem de yaşlı kuşağı islamcı zihniyetten soğutan "ilginç" faktörlerin adı konmamış en önemlilerinden.
Eskiden kasabalara bile tiyatrolar, hatta sirkler gelir, giyinilip kuşanılıp buralara gidilir, sonra onca kahkahanın üzerine kadınlı erkekli gruplar halinde çay bahçelerine inilip mutlaka birer çay içilirdi. Henüz gelir uçurumu bugünlerdeki gibi "uçmuş" değildi, insanlar birbirlerinden kopmuş değillerdi. Kasabada şehirde yaşayan işçi de bir avukat veya doktor gibi tiyatroya sinemaya çay bahçesine gidebiliyor, gazetesini kitabını alabiliyordu.
Çocukken kim olduğunu henüz bilmediğim halde, Demirel'le dalga geçen bir oyunda neredeyse bayılıncaya kadar güldüğümü ve annemin beni defalarca "sessiz ol" diye uyardığını hatırlıyorum, -hayatımın ilk anılarındandır.
Hafta sonu Babamın elinden tutup zamanın en orijinal mizah ve karikatür dergisi Akbaba dergisi almaya gittiğimizi de unutmadım. O gazeteleri Cumhuriyet ve Akşam'ı okurken (TİP'in en renkli milletvekili yazar Çetin Altan Akşam'da yazardı) ben de büyük bir zevkle Akbaba'nın karikatürlerine bakardım. Akbaba dergisi, şimdinin kavruk tırıl Leman dergisinin büyük boy çok siyasi bir versiyonuydu ve galiba Aziz Nesin de orada yazıyordu, dergi tüm Türkiye'de satılıyordu. Akbaba dergisinin karikatürleriyle ulaşılmış yüksek sanatsal kalite ve o orijinal stiller, artık yok malesef.
1970'lerde İstanbul'da Taksim meydanı, kitap sergilerinden geçilmezdi. Bugün arayıp bulamadığınız tüm Marksist klasikleri, ünlü filozofların beylik kitaplarını, en yeni yerli ve çeviri edebiyatı, akıl hafzala almayacak envai çeşitlilikte dergiyi, kulübeden daha ufak gazete bayiilerinden, sergilerden alabilirdiniz. Bayiiler dergileri saçaklarına mandalla tutturur, böylece tamamını bir bakışta görebilirdiniz. Hepsi de satılırdı.
Sadece Beyoğlu, Nişantaşı, Kadıköy bölgesindeki tiyatroların haddi hesabı yoktu, hepsinde de envai çeşit oyunlar oynanır, salonların hepsi dolar, birkısmı kapalı gişe oynardı. İstiklal'e çıktığımızda hangi sinemaya gideceğimizi şaşırırdık çünkü çok çeşitli film gösterilirdi ve dünyada vizyona giren yeni ve iyi filmler, sadece Amerikan ve Türk filmleri değil Fransız ve İtalyan filmleri de Fitaş'dan SinePop'a, Emek'ten Alkazar'a kadar heryerde oynar, salonlar daima dolardı.
Türklerin mizah ve karikatür geleneği o kadar güçlüydü ki, rahatlıkla İspanya'nın eleştirel sertliği ile ve hatta İtalya'nın estetiği ile rekabet edecek çeşitlilikte ve düzeydeydi. Aynı dönemde mesela Almanya'da böyle bir şey yoktu. Gırgır, dünyanın en büyük mizah dergilerinden biriydi ve bunu sadece Türkler değil, mesela Almanya'da tanıştığım karikatürist ve çizgi roman çizerleri de bilirdi.
Televizyon da, on yıl öncesine kadar taşrada yaşayan insanlar için gerçek bir eğlence kutusuydu. Mesela Yılbaşı programları ve çaktırmadan sonuna kadar çıkması beklenen oryental dansözler, "Örövizyon" yarışmaları, ama özellikle mizah/hiciv kabare programları önce televizyondan sonra videodan takip edilirdi ve galiba (hiç seyretmedim ama) televizyon dizileri de daha iyiydi.
Mizah ve Hicivin "hakaret" kategorisine sokulup doğrudan ve/veya dolaylı olarak sistematik bir şekilde birbiri ardından ekranlardan kaldırılmasını, karikatürlere açılan davalar ve davaları ima eden baskılar dönemi izledi. Ve bugün bile inanmakta zorlandığım bir şey oldu: O devasa muazzam karikatür ve mizah kültürü sustu.
Türklerin 20'inci Yüzyılda oluşturduğu ve küçümsenmesi mümkün olmayan eğlence kültürü; gazinosundan konserine, tiyatro-kabaresinden televizyonuna, mizah dergilerinden kitabına edebiyatına kadar kavruk güdük bir hale geldi ve bundan kimse memnun değil, -hiç kimse...
Konu eğer, "Solun/Batının/zartın/zurtun kültürel hegemonyasını kırmak" idiyse, buna alternatif bir "yeni kültürel hegemonya" inşa edilmesi gerekmez miydi? Öyle ya, madem bunlar Batılı, ayıp, günah, "kültürümüze aykırı", ahan da orada bin yıllık Türk kültürü/folkloru/masalı...
Hem internetle büyümüş Gençliğin, hem de Zeki-Metin diyaloglarına gülen, Gırgır okumuşluğu olan kuşakların sahiden de hemfikir oldukları konu: İslamcılığın, "Bâtıl/günah/zart/zurt" saydığı modern Türk kültürünün yerine koyabileceği hiçbir şey -evet, hiçbir şeyinin olmadığını görmeleridir.
Toplumlar eğlencesiz yaşayabilir mi, yani selefiler gibi sadece Kur'an okuyup ağlamakla (ve kalan zamanlarda da VPN üzerinden gizli gizli başka ülkelerden yayınlanan yabancı dizileri izlemekle) yetinebilir mi? Artık Arap ülkelerinde bile kimse yetinmiyor. Kültür, hayatın tadı tuzu biberi. Günlük eğlence kültürünün "Bâtıl kültürel hegemonya ürünü" sayılıp, yerine bir şey koymadan dolaylı yollardan yasaklanması, toplumdaki burukluğu ve memnuniyetsizliği artırıp, o yasakları üretenlere karşı kalıcı bir nefrete dönüşür. (Neden böyle olduğunu başka bir yazıda anlatacağım).
Tabii İslamcılar da "alternatif" üretmeye çabaladılar, adına "mizah dergisi" dedikleri şeyler çıkardılar. İleride bu dergilerin psikologlar tarafından inceleneceğini, bu konuda araştırmalar yayımlanabileceğini söyleyebiliriz (zira bu dergilerde yapılanlar mizah değil, kötücül 'Schadenfreude'. Ve kültür üreten ve tüketen modern insanın varlığını kıskanmanın 'Existenzneid'ın ifadesi). Bu dergiler mizah olamadıkları için okunmadılar.
2000'li yıllarda yayımlanan ve -nedense- çok satılan islamî romanları da incelemiştim, bunlar da sözün en kestirme ifadesiyle "garip" idiler. Ve tabii, bunların en "kalitelisi" sayılan Necip Fazıl gibi, başka dillere çevrilebilecek kalitede değildiler (çevrilip başka ülkenin insanlarına sunulabilecek kaliteye sahip olmak, her zaman kriterdir).
Şimdiye dek Türkiye tarihinde hiç bir kesime "nasib" olmamış devasa öçülerde kaynak kullanmalarına rağmen, sona ermekte olan İslamcılar devrinden geriye otantik, Dünyada kendine münhasır bir kalite arzeden orijinal hiçbir -ama hiçbir- kültürel eser kalmıyor. Bu devirden geriye kalan, herkesin aşina olduğu bir tek şarkı, müzik parçası bile yok, resim zaten yok, onca betona rağmen mimarî de yok, malesef bi hayli 'yok'...
Türkiye'de yaşanan kültürel çölleşmeyi, Dünya'da da internet çağına has bazı azalma ve değişimlerle açıklamak hiç mümkün değil ve bu durum, hele şimdi bir de ekonomik sıkıntıların iyice kendini hissettirdiği atmosferde çok daha net hissediliyor. Burade alenen, insanların neşelerini kaybetmeleri gibi korkunç bir durum söz konusu ve herkes, bu durumun bir daha asla yaşanmamak üzere aşılacağı günlere hazırlanıyor, o günler hızla yaklaşıyor. Sonrasında herkesin çok eğleneceğini ve bu keyifsiz garip dönemden kurtuluşu eğlenerek kutlayacağını söyleyebiliriz! -bu net.