İslamcılığın son umudu Taliban mı?

Bekleniyordu, beklendiğinden önce yaşandı ve Taliban, siyasi haritalarda göründüğü haliyle hâlâ "Afganistan" sayılan diyarın Başkenti Kabil'e girdi, Cumhurbaşkanı Eşref Gani ülkeyi terketti.

   Afganistan 1980'li yılların başında ilgi alanıma girmişti. Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali ertesinde o zaman Solcu olan bazı Afganistanlı öğrenci arkadaşlar, Berlin'den ayrılıp, işgalci Sovyetler Birliği'ne karşı savaşmak için Afganistan'a döndüler. Bir daha asla haber alamadığım bu çocuklardan sonra, Kızıl Ordu'yu  evire çevire yenen Panşir Aslanı Ahmet Şah Mesud'un hayranı oldum. Kendisiyle tanışmış dostlarımdan öğrendiğim kadarıyla tahminimde yanılmamıştım, muhteşem biriydi, ama o da savaşın başında "neredeyse her Afganistanlı gibi" bir İslamcıydı ve ancak ileri yaşlarında bu ideolojinin etkisinden kurtulmuştu.

   Taliban, Pakistan-Afganistan sınırındaki Kuran talebelerinden doğan bir grup olduğundan "Taliban" diye adlandırılıyordu ve geçtiğimiz yıllarda dünyanın dehşete kapılmasını sağlayan Selefi İslamcı örgütlerden farklıydı. Taliban, Afganistanın güneyinde, Paştunların yaşadığı bölgeye hakim oldu ve Kuzeydeki Özbek ağırlıklı bölge ile itilaflı bir şekilde günümüze dek varlığını sürdürdü. Ülkenin kuzeyi, Şah Mesud ve General Dostum gibi Türkiye'nin de desteklediği yerel iktidar odakları tarafından tutuluyordu, Batılı ülkeler ve NATO tarafından da destekleniyordu.

   11 Eylül 2001'de İslamcıların ABD'ye saldırısından hemen önce Panşir Aslanı'nın Kaide tarafından öldürülmesi, ülkenin Sovyet İşgali sonrasında yaşadığı en önemli dönüm noktasıydı. Şah Mesud yaşasaydı, ülkenin bugün bambaşka bir yer olmuş olacağından kuşku yok.

   Basında, "Afganistan'da milli şuur yok ondan böyle oldu" diye yazanlar var. "Milli şuur" denen şeyin kuru kuruya mental düşünsel fikrî ve de zikrî bir şey olduğunu sandıklarından, Afganlıların bu konuda fos çıktığını zannediyorlar. "Milli şuur/bilinç" denen şey ülkenin kapitalistleşmesiyle ve sisteme özgü ilişkilerin yaygınlaşmasıyla ilgilidir ve sade düşünceyle meditasyonla falan alakalı değildir, sistemin bir ülkeye iyice yerleşmesiyle ortaya çıkar. Afganistan'da -tüm Dünya'da yaşandığı gibi- 1920'li ve 1930'lu yıllarda modernleşmesi için yukarıdan aşağıya şekilci bazı girişimlerde bulunulmuştur elbette, mini etekli Afgan kızların Kabil sokaklarındaki resimleri malumdur, 1970'lerin başına kadar da böyleydi. Bu girişimler Türkiye'deki gibi uzun bir modernleşme süreci ve planlı bir endüstrileşme ile desteklenmediğinden, Türkiye'deki gibi seküler milli bir şuur oluşmamıştır. Sisteme entegre olması yarım kalmış birçok diyar gibi, Afganistan da, çeşitli grupların, savaş beylerinin birbiriyle sorunlu olduğu, yer yer çatıştığı çok parçalı çok kültürlü çok dilli bir yer olarak kalmıştır, tabii milliyetçiliğin etkileri Afganistan'da da görünüyor, kuzeydekiler Özbek ve daha modern bir hayat isterken ve dünyaya daha açık bir görüntü sergilerken, Paştun milliyetçiliğinden esinlendiği de görünen Taliban, azınlıklara, mesela özellikle Hazara'lara oldukça toleranssız. Kendileri gibi Sünni/Hanefî olmayanları çok kolay harcayabilen Taliban bu yüzden Selefilerle karıştırılıyor. Oysa Taliban, merkezi Hindistan'da olan radikal/püriten Dâr-ül Ulûm çizgisinden geliyor. 

   Dünyada İslamcılığın da beslendiği katı İslam anlayışlarının öğretildiği iki çok önemli yüksek Medrese bulunuyor, bunlardan ilki, Türk İslamcılarının da tercih ettikleri Kahire'deki El Ezher, diğeri ise kuzey Hindistan'da Deoband şehrindeki Dâr-ül Ulûm'dur. 1866'da kurulmuştur ve özel bir Merdesedir. İslam teolojisi öğretir ve buranın talebelerine "Deobandi" denir, tabii buranın talebeleri bu adı asla kullanmaz, kendilerine kısaca "Müslüman" derler, Afganistan'da "Taliban" da diyorlar.

   Taliban'ın ideolojik fikir babası da olan bu okul, son derece dogmatik bir bakış açısına sahiptir ve her türlü Batılı modern etkiye kesinlikle kapalıdır. Taliban bu nedenle televizyona, hatta evde kedi beslemeye bile izin vermiyor. En ortodoks Sünni şeriatını kabul ettiğinden, Selefiler gibi Türbelere de karşı. Onlar da eskiye "köklere dönüş" taraftarılar. Bu nedenle, Hindistan'da yaygın olan toleranslı 'Sufi İslamı'na da kesinlikle karşılar. Halbuki Pakistan'da da görülen Sufi İslam'ı, İslamcıların yüz yıllık tarihlerinde asla yapamadıklarını yapmış, günümüzde de Dünyaya malolmuş popüler bir kültür üretmiştir. Nusret Fatih Ali Han'ın müziği buna verilecek ilk örneklerdendir.

   İslamcılık, Neoliberalizmin kültürcü dalgasının ucunda köpüklenerek yeniden yükseldiğinde, Türkiye'de de Yeni Osmanlıcılık şiarı ile bir Pan-Sünnizm dalgası ülkeye hakim oldu. Fakat o günler geride kaldı. Selefilerin ne olduğu görüldükten sonra, Selefi kökenli İhvan'dan IS'e kadar tüm İslamcılık, ağır bir yenilgi aldı ve neoliberalizmle birlikte konjonktürel desteğini de kaybetti. Bu arada Akdeniz çevresinde ağır yenilgiye uğrayıp tarih sahnesinden ayrılmaya meyletmiş İslamcı bütün grupların Afganistan'da bir şekilde temsil edildikleri söyleniyor. Diğer ilginç gelişme ise, ABD ve Batı'nın büyük bir stratejik hata yapıp bölgeden çekilmeleridir. Rusya ve Çin'i tedirgin etmek, Asya'nın ortasında hep bir çıban başı bulundurup, önemi artan Rusya Çin'i Afganistan ile uğraşmak zorunda brakmak amaçlı stratejilerinin ters tepme ihtimali yüksek. Taliban Rusya ve Çin'le uğraşamaz, oralara sızması da zor, ama Batı'ya -özellikle de Türkiye'ye- sızması daha kolay. 

   Taliban, sade Paştun hareketi olarak tüm Afganistan'ı kontrol edemeyeceğini anladığından beri, "Tüm Afganistan" hareketi/rejimi olabilmenin yollarını arıyor ve mutlaka bulacaktır. Özbekler ve diğer yerel güçler, çatışmayı önlemek adına Taliban'a katılacaklardır, bunun işaretleri var, Taliban için bir bedeli de var. Son yapılan açıklamalarında Taliban, günlük iş hayatında kadınlara da ihtiyaç olduğunu ifade eden bir açıklama yaptı. Bu söze ne kadar sadık kalacaklarını göreceğiz ama Dünyada kadınların önem ve güç kazandığı/kazanacağı günümüzde kadınları eve kapatarak bir ülke yönetmenin imkansızlığını mutlaka anlayacaklardır.

   İslamcılık, bir İhvan Enternasyonalizmi hayali kuruyordu. Bunun önderliğine soyunmaya kalkanlar, kendi kültürel/tarihî özelliklerine uygun isimler/bakışlar yakıştırmaya çalıştılar ama başarısız oldular. Ne Yeni bir Osmanlı kuruldu, ne de Suudların başını çektiği Dünya Sünni koalisyonu. İslamcılık Suriye'de, hem de bizzat laik/seküler Araplar tarafından yenilip tasfiye edildi, bunda Rusya'nın da önemli payı oldu elbette. Kendi ülkesinde Müslüman nüfus yaşayan Rusya ve Çin, İslamcılığa karşı sert ve net bir politika izleyerek, Suriye'de ve tüm Akdeniz bölgesinde yenilmelerini sağladılar.

   Eskiden beri söylerim; İslamcılığın tüm ekonomik sıkıntılara ve konjonktürel desteği yitirmesine rağmen bir süre daha hayatta kalabilmesinin -yani iktidarlarda kalabilmesinin- tek yolu, İslamcı Enternasyonalizmini bir İslamcı İktidarlar birliği haline getirip desteklemekti. Eskiden "Tek ülkede Sosyalizm" diye bir kavram vardı. Stalin tarafından Troçki'nin "Dünya Derimi" fikrine karşı bir bakış açısıydı. Troçki, Sosyalizmin ancak birçok ülkede birlikte varolması halinde yaşayabileceğini yoksa sönümleneceğini söylerdi. Stalin'in fikriyatı -Stalin Troçki'den daha uzun ve muktedir yaşadığı halde- doğrulanmadı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet işgal bölgelerinde kurulan Sosyalist Devletler sayesinde "Doğu Bloku" doğdu ve Troçki'nin fikri doğrulanmış oldu. Benzeri bir gelişme islamcı coğrafyasında görülebilir miydi, yani çok sayıda islamcı devletin ortaya çıkıp bunların birlikte hareket etmeleri ütopyası gerçekleşebilir miydi? Galiba Hayır. Nitekim öyle de oldu. 

   İslamcıların son çaresi, biryerlerde savaşmaya devam eden İslamcı gruplar enternasyonalizmiydi, mesela Suriye'de, Kuzey Afrika'da, Asya'da savaşan islamcı gruplar enternasyonali, ama bu ütopya da gerçekleşmiyor. İslamcı gruplar pasifleşiyor, marjinalleşiyor, küçülüyor. Çünkü yeni konjonktürde rüzgar bambaşka bir yerden esiyor. Kültürcü zihniyet, ne kadar sert ve kuralcı olursa olsun, işlemeyecektir, insanları kendi ideolojisine ikna edemeyecektir. İslamcılık, Sosyalizmin yokluğunda kendini Batıya (sisteme) alternatif gibi sunarak, Sol'un söylemini dilini hatta hatta kavramlarını çalarak bir rüzgar yaratmıştı. En kabasından kapitalist talan ekonomisinden başka bir numarası olmadığı, alternatif üretecek entelektüel kapasiteden tamamiyle yoksun olduğu anlaşıldı. Bundan sonra yeniden yükselmesi, umut olması hiç mümkün değil. Ayrıca halkın rızası ve umudu olmadan, sadece zora dayanan kurallarla uzun süre hükmetmek mümkün değildir. Günümüzde -nerede olursa olsun- kadınları karşısına alarak varolunamaz. Taliban bunu anlamaya başlamış görünüyor. Afganistan'a çekilmiş daha radikal islamcı grupların oradan Batı'ya karşı terör operasyonlarına girişmesi elbette mümkündür, ama Taliban buna izin verir mi veya nereye kadar izin verir? Her yeni rejim gibi Taliban da kendi düzenini kuruncaya kadar, dışarıdan yeni husumetleri ve askeri müdahaleleri üzerine çekmek istemeyecektir. Burada asıl rolü kadınların oynayacağından emin olabiliriz. Mutlaka beklenenden daha yumuşak bir rejim kurmak zorunda kalacaklardır. İslamcılığın Taliban'la yeniden yükseleceğini sananlar büyük bir hayal kırıklığına uğrayabilirler. İslamcılık devri, bir daha geri gelmemek üzere sona erdi.