Eskiden akıllara ziyan bir soru vardı:
"Sanat sanat için midir halk için mi?"
Sol bir genç olmak hasebiyle bu "soru"ya otomatikman "Halk için!" der, yırtardınız. Yoksa Solcu abiler sizi afaroz edebilirlerdi. Ben bu soruya herhangi bir yanıt verdiğimi hatırlamıyorum ama günümüzde -bereket versin- bu soru artık sorulmuyor, çünkü saçma, hatta yanlış, ve soruda, cümlenin asıl öznesi "insan/birey" bulunmuyor...
Bu, sanatçıları otomatikman aşağılamak için ve pankart yazmayan, fraksiyon logosu çizmeyen, Sol tekkelerin ağalarının (yani abilerinin) sözünü dinleyip onların abuk fikirlerini resimlemeyenleri peşinen "Küçük Burjuva"lıkla suçlamak için uydurulmuş, "Solcu ak ile (güya) Sağcı karayı birbirinden ayırmaya" yarayan, soru formatında "sihirli" bir lakırdı -idi...
Kendini Solcu sanan Kemalistlerin -şimdilik iktidar payandası olarak- "siyasete" dönüşüyle birlikte, artık müzeye kaldırılmış bir çok eski ortodoks Sol klişe de ısıtılıp yeniden Atatürkçü okurlara sunulmaya başlandı ve bunlardan biri de, "sanat halk içindir" saçmalığının başka bir versiyonu olan, "Siyasete uzak edebiyat, halktan kopuk edebiyattır" önermesi...
Bu önermenin doğru olabilmesi için halkın döne döne "siyasete yakın" edebiyat okuması ve talep etmesi lazım ama o yok, siyasi edebiyat adına Kemalist deryanın da son on yıldır siyasete yakın olmak niyetine ürettiği her hangi bir edebiyat da yok zaten...
Bu denklemde püf noktası, "siyasete yakın edebiyat" takıntısı...
Bu konuya bu kadar çok takmak, edebiyatı siyasetin aracı sanan oldukça düşük bir Sol vasatizm türünün ürünü. Politika veya politik içerik, edebiyatın konuları söylemleri dillerinden sadece biridir. Türkiye'de edebiyatın belli konularla fazlaca ilgilenip belli konuları es geçmesi eleştirilebilir -bu durum kuşkusuz ülkenin içinden geçtiği süreçle de ilgilidir. Genelde sanatsal ifade biçimlerinin değişmesi, bazılarının diğerlerine göre ön alması, mesela şiirin eskisi kadar yaygın olmaması, Türkiye'de aşk konusunun aşırı sıklıkla işlenmesi, sosyal sorunlara eğilen romanların çok az oluşu, öykücülüğün yeniden popülerleşmesi konuşulabilir ama edebiyat ve politika ilişkisine aşırı vurgu yapmak, edebiyatın ne olduğunun anlaşılmadığını gösterir...
Edebiyat, bir ülkenin sadece kültürünü değil, dilini de üreten ve insanların hayatını yaşamaya değer kılan ona anlam katan ve insana insan olmayı öğreten sınırsız bir sanat türüdür ve bu haliyle de insan türünün ürettiği en eski sanat türüdür. Yani -bugünkü tarifiyle- bilemedin ikiyüz yıl önce üretilmiş "siyaset" sözcüğünün ifade ettiği "modern toplumun çeşitli kesimleri arasındaki hak/sorumluluk ilişkisinin belirlenmesi için yapılan tartışmalar/eylemler" edebiyatta neden ille de yer tutacakmış ki? Edebiyat, insana insan olmayı, iyiyi kötüyü öğreten, hayaller kuran ve kurduran, dili inşa eden kadim bir sanat. Edebiyatın kurduğu dilin üçyüz kelimesini kullanan "siyaset" neden bu kadar önemli olsun? Edebiyatın kapsama alanı dahilinde yer alan "siyaset", onun çok küçük bir bölümünü oluşturuyor...
Ama edebiyatın küçümsenip siyasetin olağanüstü büyümsenmesi, kaba materyalizmin şahikasını yaşamaya devam eden ortodoks Kemalistler ve ortodoks Solcuların düz mantığa bahşettikleri aşırı önemden geliyor; çünkü düz mantık, Einstein öncesinin kaba materyalizminde kalmıştır...
Düz mantığın edebiyattan anlamayan düz foyasını piyasaya çıkarıp 2400 yıl önce insanlığa hediye eden bilgenin adı da Zhuangzi (Taiwan'da kullanılmaya devam edilen eski yazımla: Chuang-tzu)...
Zhuangzi bir gün Hao nehrinin kenarında başka bir Çinli düşünürle, Huizi ile buluşmuş ve nehirde zıplayan Alabalıkları görünce, "Alabalıklar nasıl da güzel sıçrıyorlar. Bu, balıkların sevinci işte" demiş.
Mantık erbabı Huizi buna bir soruyla karşılık vermiş.
"Siz balık değilsiniz ki, balıkların sevindiğini nereden biliyorsunuz?"
Zhuangzi, "Siz ben değilsiniz ki" demiş, "balıkların sevincini anlamadığımı nereden biliyorsunuz?"
Huizi buna şöyle yanıt vermiş.
"Ben siz değilim, sizin anlayıp anlamadığınızı anlayamam ama siz de balık değilsiniz, onun için, balıkların sevincini anlayamayacağınız açık."
Zhuangzi buna çok ilginç bir yanıt veriyor.
"Lütfen bu diyaloğun başına dönelim! Siz, balıkların sevincini nereden bildiğimi sordunuz ve bunu bildiğimi bildiğiniz halde sordunuz. Balıkların sevincini, nehrin kenarında yürürken hissettiğim sevinçten biliyorum."
Düz mantık "erbabı"nın iletişim kurmak için kullandığı tek araç, duyguları hisleri vd. içermeyen kuru dildir -çünkü kaba materyalizm, duygular hisler gibi insanlar için çoğu zaman kuru "gerçekler"den çok daha önemli şeyleri ne metreyle ne de kiloyla ölçebilir, -e, ölçemediği şeye de "inanmaz".
(Tabii bu konuşmanın "kendini balıkların yerine koymak" gibi edebi yanı dışında, felsefî yanına falan bu yazıda girmiyoruz)
Son söz, gene Zhuangzi'nin anlattığı bir hikayeden:
Nehir Tanrısı Kuzey Çin denizine ulaşınca, ulaştığı yerde, "Şimdi denizi anladım" demiş. Bunun üzerine deniz Tanrısı şöyle demiş:
"Kuyuda yaşayan bir kurbağa ile deniz hakkında konuşamazsınız. Onun bakışı kuyu deliği ile sınırlıdır."
Politikayı "herşey" sananlar, bu yüzden edebiyatın önemini ve boyutlarını anlayamıyor...