Lisedeyken Ekim devrimini Çin devrimini falan merak eder, Dünyayı yerinden oynatıp eksenini kaydıran cinsinden günler ve haftaların nasıl şeyler olabileceğini hayal ederdim. Daha sonra filmler de gördüm o devrim günleri hakkında, ama ne kadar iyi çekilmiş olursa olsun, yaşamadan asla bilemezsiniz. Gezi'yi yaşadığımızdan beri bu günleri daha iyi anlıyorum, zira milyonların sokağa inmesi, ne 1978'de ilk kez şahit olduğum büyük öğrenci yürüyüşlerine benziyordu ne de öncesindeki 1 Mayıs katliamına. 15-16 Haziran işçi hareketleri falan da çok daha küçük boyutlu hareketler olmalıydı. Kuşkusuz hepsi çok önemliydi ama bunları birer devrim sayamayız. İşte bu vesileyle, o büyük Ekim devriminin nasıl bir şey olduğunu kısaca anlatmaya karar verdim...
Jülyen takvimi kullanan Çarlık Rusyasında, bu takvime göre 25 Ekim 1917 (yani bugün kullandığımız Gregoryen takvimine göre 7 Kasım) gününün ilk saatlerinde saat iki gibi -bir Çarşamba günü- silahlı milisler, Rusya'nın başkenti Petrograd'ın stratejik bakımdan önemli noktalarını işgal etmeye başladılar. Neva nehri üzerindeki beş köprüyü de ele geçirdiler, sonra tren garını, posta merkezini, telgraf dairesini, devlet bankasını...
Kulağa hiç de yabancı gelmiyor değil mi?
Neva nehri üzerindeki Aurora zırhlı gemisi de toplarını Hükümet binası Kışlık Saray'a çevirmişti. Şekilde görüldüğü gibi çok net bir darbe girişimi. Başbakan Alexander Kerenski son anda kaçıp canını kurtarmayı başardı. Darbeciler Türkiye'dekilerin yapmadığını yapıp bütün Hükümet üyelerini tutukladılar.
Daha o gece her yere, "Devlet gücü artık Petrograd'lı işçi ve asker Sovyetlerin eline geçmiştir" diye afişler yapıştırıldı, eh televizyon henüz icad edilmediğinden darbe bildirisi de okunamıyordu.
Sabah oldu, olay pek kimsenin umurunda olmadı, herkes işinde gücündeydi. Çok büyük bir harekat değildi, olay sırasında sadece altı kişi yaşamını yitirdi.
Darbenin örgütleyicisi 47 yaşındaki Lenin, saklandığı Finlandiya'dan daha birkaç gün önce gelmiş, tanınmamak için sakallarını kesmiş, neredeyse tamamen kel olan başına bir peruk takmıştı. Darbenin başarıya ulaştığı anlaşılınca, Hükümet binasına giderken en yakın arkadaşı Leo Troçki'ye, "Sürekli kovalandığımız illegaliteden gelip iktidarı devralmak hiç de sevimli değil" gibi bir söz etti ve Troçki'ye Almanca, "İnsanın başını döndürüyor" dedi.
Troçki'nin daha sonra yazdığı üzere Lenin bu önemli an için sadece bu özel Almanca cümleyi sarfetmiştir. Bir süre İsviçre'de yaşayan Lenin, Troçki gibi Almanca biliyordu. Sonra iki kafadar günlük programlarına daldılar ve Rusya'nın yeni doğmuş parlamenter sistemi o gün sona erdi. Ekim Devrimi hakkında yerinden yazdığı yazılar ve kitaplarla ünlenen Amerikalı gazeteci John Reed, olayla ilgili fikirlerini sorduğu Ruslardan hep şu yanıtı alıyordu: "Bir hafta dayansınlar, ondan sonra konuşuruz." Olayı Ruslar önce ciddiye almamış görünüyorlardı, bir süre sonra darbecilerin mecburen çekileceğini, ülkeyi yönetemeyeceklerini sanıyorlardı, ama Sovyet rejimi 1991 yılına kadar sürdü. Ekim Devrimi böyle bir şeydi.
Büyük devrimler, daha sonra istedikleri kadar şişrilip abartılsınlar, pek anlatıldıkları gibi olmuyorlar, ama Dünyayı değiştiriyorlar. Zaten önemli olan da bu işlevleri.
Gezi isyanı bir iktidar değişimiyle sonuçlanmadı. Buna karşın yeni bir ruh yarattı ve 1990'lılar kuşağının ortaya çıkmasını sağladı, tıpkı 1968 hareketinin yepyeni bir gençlik ve kültür akımına can vermesi gibi. 1968'liler sayısız örgüt, dernek, parti kurdular ve hakim sistem bunlarla çeşitli biçimde mücadele etti, Türkiye gibi ülkelerde acımasızca ezildiler, ama etkileri o zamandan bu güne sürüyor. Denizlerin Mahirlerin prestijine ne Demirel ne de sonrasındaki "böyyük" politikacılar sahip olabildi. 1968 sonrasında doğan ve Sovyet tipi "profesyonel" Komünistlerden farklı Yeni Sol, cebir ve şiddetle yokedildiği halde, Türkiye'nin düşünce ve sanat dünyasını şekillendirdi, bugün de etkisini çeşitli şekillerde sürdürüyor. Gezi isyanında kendinin bilincine varan 1990'lılar da çok ilginç sivri bir mizahla ve kısacık bir zaman aralığında (İslamcılığın 60 yıldır yapamadığını yaparak) kendi sanatlarını ürettiler, Dünya da onları heyecanla izledi. Şimdi geriye bir şey kalmadığını sanmayın, o insanlar bugün de aramızda, bazıları hâlâ "çapulcu" rozeti taşıyor -bugün birini gördüm, minik kızıyla sokakta yürüyordu... Onlar kendilerinin bilincindeler ve hiçbir şey unutulmadı. Gezi ruhunu sahiplenen kültür ve sanat, fikir ve politika, Türkiye'nin 21'inci yüzyılını belirleyecek. Türkiye'nin devrimi de tıpkı Ekim Devrimi gibi "Oradan bir şey çıkmaz" diyenlerin gözleri önünde kendine özgü şekillenecek. Bir gün Türkiye'yi yönetecek olan Başbakan (veya adı o zaman ne olacaksa o titri taşıyan kişi), "AKM'nin önünde polis saldırınca biz Kazancı yokuşuna kaçtık, sonra arka sokaklardan İstiklal'e inip yeni yürüyüş kolu oluşturduk" diye konuşunca herkes kulak kesilecek ve kendilerinin veya yakınlarının Gezi isyanı sırasında ne yaptıklarını anlatacak.