Dikkatinizi çekiyor mu bilmem ama İslamcıların zayılamasına ters orantılı olarak iki şey yükseliyor. Bunlardan ilki, evrensel değerlere yaslanan Sol, diğeri de hâlâ pek ciddiye alınmayan millyetçilik. Şimdi AKP'nin birden "Çözüm süreci" adını verdiği -işte her neyse onu- sona erdirip Kürt düşmanı olmasına bakarak, "Bu olay dünyada da Türkiye'deki gibidir mutlaka" demeye getirdiğim sanılmasın. Tam tersine. Galiba Dünyada böyle olduğundan burada da böyle olma yoluna "koyuldu". Milliyetçilik bir zamandır sessiz ama dikkat çeken bir eğri çiziyordu. Mesela II. Dünya savaşından beri bir süre ordusu bile olmayan Japonya fena halde silahlanıyor ve Çin'le savaşacak bir potansyel geliştiriyor. Uyoku'nun etkisi artıyor, milliyetçilik diz boyu. Çin, Perşembe günü şimdiye kadarkilerden farklı boyutlarda büyük bir askeri resmî geçit töreni düzenleyecek.
Milliyetçilik Amerika'da da dikkat çekiyor. Latin Amerikalılara karşı düşmanlığını saklamayan ve abuk çıkışları nedeniyle sanatçılar tarafından ahmaklıkla bile suçlanan Donald Trumpf'un adaylığı var ve basında çok konuşuluyor mesela. Fransa'da Le Pen klanının gücü, Macaristan'ın evlere şenlik hâli, hatta Hindistan'ın Keşmir'deki sert tutumunu tahkim etmesi, milliyetçiliğin alttan alta yükselişine işaret. İslami İran politikasının milliyetçi İran politikasına dönüştüğünü yazanlar artık yadırganmıyor. Daha bir dizi örnek, neoliberal dönemde yükselen kültürcü akımların kriz yaşadığı yeni süreçte milliyetçi reflekslerin çeşitli biçimlerde geri döndüğünü gösteriyor. İlginç olan, bu reflekslerin yeni yeni dikkat çekmesi ve "milliyetçilik" olarak tesbiti.
Türkiye'de elbette her şey birden olduğundan "aşırı" dikkat çekiyor. Kamuoyu soruşturmalarıyla halkın nabzını hep elinde tutmaya meraklı AKP'nin birden milliyetçi sulara dümen kırmasının ardında, HDP'nin kimlikçiliği terkedip Türkiye partisi olmayı hedeflemesinin ardında, neoliberal ideolojilerin zayıfladığını ve gelecek vaadetmediklerini anlamaları geliyor. Takiyyeci dinciliğin ve etnik kimlikçiliğin tıkandığını, halkın nabzını tutan politikacılar da anlıyorlar tabii. Ama sinsi bir "teolojik politika" uygulayan AKP'nin, milliyetçilik yaparak MHP'den rol çalmayı başaramayacağını da kamuoyu soruşturmaları gösterdi. Kürt düşmanı cevval milliyetçilik AKP'ye değil MHP'ye yaradı.
Milliyetçilik neden yükseliyor?
Neoliberal dönemde özelleştirmelerle kamu malını yağmalayarak kısa süreliğine yapay bir refah üreten global sistem, bu refah nedeniyle dünyayı "kültürler ve medeniyetler" farklılıklarına göre tarif/tasnif edip, dünyanın asıl sorununun "herkesin kendi kültürüne göre yaşayamaması" olarak "izah" etmişti. "Başörtüsü" konusundan, "dinini yaşamak özgürlüğü" gibi, islamcıların tepe tepe kullandığı kültürcü argümanlar, bu yüzden uzun süre popüler/gündem olabilmişti. Neoliberal dönemde, "ücretli çalışanların fakirleşmesi" gibi sosyo-ekonomik bazlı konular ve onlara uygun argümanlar yerine, "Türkler Kürdistan'ı sömürgeleştiriyor" veya "Başörtülü eziliyor" gibi kültürcü konular esastı. Sanki herkes başörtü takınca yoksulluk sona erecek, Kürt kimliği kabul edilince Güneydoğuda yatırım patlaması yaşanacaktı. Şimdi bu devir sona eriyor.
2008'de başlayan sistem kriziyle, kültürcü argümanların sosyo-ekonomik argümanları kapatamayacağı kadar büyük bir paradigma değişikliği yaşandığından, kültürcü/kimlikçi çevrelerin zayıfladığını, ama makro-milliyetçiliğin (yani ulus-devlet milliyetçiliğinin) yükseldiğini görüyoruz. Neoliberalizm zayıflayıp ulus-devlet yeniden güçlendikçe, ulus-devletin kendi ideolojisi milliyetçilik de yükseliyor, hatta Sol da bu milliyetçiliğe daha yakın ve daha "anlayışlı" davranabiliyor.
Milliyetçilikler, ulus-devletlere özgü olduklarından, güçleri de kendi ulusal sınırları (ve yurt dışındaki vatandaş grupları) ile sınırlı. Milliyetçilik çok esnek olabilen, basit/ilkel bir ideoloji. Milliyetçiliklerin kendi aralarında tartışmaları demokrasileri falan da olmuyor. Zaten makro milliyetçiliklerin mümkün olduğunca "düşük yoğunlu" tutulmalarında Solun motivasyon da bu. Milliyetçiliklerde de genellikle islamcılar gibi bir kişi konuşuyor diğerleri dinliyor. İki milliyetçiliğin birbiriyle iletişimi de anlaşmazlıklar ve savaşlar şeklinde oluyor. Japonya'da aşırı Sağcı Uyoku'nun Türkiye'deki Vatan Partisi ulusalcıları gibi militarist, aşırı Sağcı, anti-Amerikancı, eski tarihini reddeden ve yeniden kurgulayan (Uyoku da 1937'de Japon işgalindeki Çin'de yapılan katliamları/soykırımı kesinlikle reddeder vs.) bir yaklaşımla yükselen milliyetçiliğe ilham olduğu biliniyor. Ulus-devlet milliyetçiliğinin kapitalist ekonomideki işlevi önemli (blogumda yazmıştım) ama Solun kapitalizmi sürdürmek diye bir hedefi yok, yani milliyetçiliğin hiç lüzumu yok.
Kendini sadece ulusal sınırlar dahilinde tanımlaMAyan Sol, milliyetçiliğe kapılmadığı takdirde, yükselen milliyetçiliklere karşı evrensel bir alternatif. Bu bir yana, evrensellik çerçevesinde Dünyada oynadığı yeni rol, kaynaklandığı ülke açısından da tanımlanabilir özellikler taşıyor. Mesela "Türk Solundan" veya "Arjantin Solundan vb." gibi adlar taşıyabiliyor. Milliyetçiliğin yükseldiği bir gönemde, bazıları için ihtiyaç duyulabilecek sıfatlar olabilir. Ama insanlığın tümünü kapsayan evrensel yeni hedefler peşinde koşacak yeni Solun böyle sıfatlara ihtiyacı yok ve milliyetçiliğin sınırlarını tanımadığından da daha geniş ufka sahip. Yerel kültürleri en iyi savunanların da Solcular olduğunu unutmadık. Şeyh Bedrettin'i yeniden keşfeden kişi Nazım Hikmet'tir mesela.
Globalleşmiş bir sisteme karşı evrensel bir yerden hareket etmek, artık bir zorunluluk. İnternet çağında, tarihte ilk kez sahiden de global bir toplum, bir "İnsanlık" düşüncesi ortaya çıktı. Milliyetçilikler, bu bütünlüğü hem engelliyor hem de yerelliğin önemini vurguluyor. Biz engelleri atıp yerelliğin hakkını verelim yeter. Ve bu ikisinin dengelenmesi, şimdilik sistemin aşılması sürecinde doğal bir gelişme gibi görünüyor. İslamcılık nasıl ruhunu yitirip sona eriyorsa, kapitalizme özgü bir şey olan milliyetçiliklerin de başka bir şeylere dönüşmesi normaldir, -belki kültür ve sanatın belirleyeceği yeni tip yerelliklere. Ama bunu konuşmak için henüz erken.