AKP Olağanüstü Kongresi'nde Erdoğan'ın ve yeni parti başkanı Ahmet Davutoğlu'nun konuşmaları, gerçekten de tarihi önemdeydiler. Bu konuşmaların ve bu göstermelik kongre, uzun süre belleklerden silinmeyecektir -ama bir ibret vesikası olarak.
Çok bilmek ile entelektüel/bilge olmak arasındaki farkın her zaman çok önemli olduğunu düşünürüm. Eskiden insanları "çok zeki, IQ'su yüksek" deyip bilgi yarışmasına falan sokarlardı. Ben çocukken, bu tür "çok bilmek" çok önemsenirdi, ansiklopediler ve onları karıştıranlar/ezberleyenler de vardı (mesela ben!) Ama çok bilmek denen şeyin -şimdilik "bilgelik" diyeceğim o öz olmadan- sadece hammallık anlamına geldiğini ve bilginin insanları umulandan çok daha büyük yanılgılara sürükleyebildiğini, bizzat bilim gösterdi. "Çok bilen uzmanlar", başka bir numaraları yoksa, geleceğe doğru tahminlerde bulunurken, genellikle cahil köylülerden daha kötü/akılsızca kararlar verirler. Bu tesbiti yapan da, tezi hakemli dergilerde yayımlanmış köşeli bir bilim adamı. (Araştırma hakkında, bu blogda bir yazı bulunuyor). Doğruyu temsil edebilmek için yalnız bilgi değil, EQ (Emotional intelligente quotient) de, sezgi de gerekir ve tabii sağduyu ve makul akıl da.
Erdoğan'ın, -ama özellikle Davutoğlu'nun- konuşması, tonu ve içeriği bakımından, Nazilerin -sadece 12 yıl süren- "Bin yıllık Reich davası" nutuklarına benziyordu ve dış politikadaki başarısızlığı/yanılgısı bu kadar net olan bir politikacının sınır tanımaz ideolojik hayallerini -nihayet- açıkça gözler önüne seriyordu. Türkler, Erbakan'dan bu güne gelen çizginin aslında ne olduğunu, sahiplerinin ağzından dinlemek "şerefine" nail oldu! İki konuşma da bu bakımdan çok önemliydi. Hadi Erdoğan mekyevellist, pragmatist ve kural/yasa ötesi hareket edebilen bir politikacı ve "Sünni kültür İslamı"nı kendi amaçları için kullanıyor, ama Davutoğlu o söylediklerine bir de inanıyor! Galiba işin asıl vahim tarafı da bu. Yani "herşeyi bilen büyük bir alim" sayılan, ama öngörüleri ve teorileri gerçekle alakasız olan bir Başbakan'a terkedilmiş -kontrol mekanizmaları da neredeyse kalmamış- bir ülke Türkiye ve Davutoğlu'nun istediğini yapabilmesi demek, Türkiye için oldukça kesin bir felaket anlamına geliyor. İmam Homeyni'den hatırladığım, adeta dünyaya meydan okuyan ama bunun altyapısına sahip olmayan "devrimci" ve bağırgan bir demagogla karşı karşıyayız. Erdoğan'dan daha kötü, EQ'su kıt, Erdoğan'dan daha az sağduyulu ve "dava"sına militanca inanan bir Başbakan. Erdoğan'ın yarım saat "Şehitler"den ve "Şahadet şerbeti" içmekten bahsettmesini yabancı davetlilere simultane nasıl çevirdiklerini merak etmekle birlikte, Davutoğlu'nun dağlara taşlara "Selam" göndermesinin ardından yaptığı konuşma, dünyada, "IŞİD'in Türk versiyonu mu?" diye sorduracak ölçülerde garip ve irkilticiydi.
Erdoğan ve Davutoğlu'nun konuşmasını dinledikten sonra Dünya, iki liderin konuşmalarının her iki cümlesinden birinde geçen "Dava"larının, fetihçi/talancı/saldırgan bir İslamcılık olduğunu ve bunun tarihinin de Hz. Muhammed'e ve Alpaslan'lara, Osmanlı Sultanlarına kadar dayandırıldığını biliyor. Tarihini savaşçı Cermen kabilelerine dayandıran, sembollerini eski Wotan dininden ve Runik işaretlerden seçen tarih manyağı Naziler de pek farklı değillerdi. Ama o zaman 1930'lu yıllar yaşanıyordu ve o zamandan bu zamana köprülerin altından çok su aktı!
Behlül Özkan'ın Davutoğlu fikriyatı hakkında Radikal'e yazdığı kısa ama çarpıcı yazı (ve araştırma), "Stratejik Derinlik" saçmalığının, Yeni Osmanlıcı değil Pan-islamist bir kadük ideoloji olduğunu yeniden gözler önüne serdi.
Davutoğlu, tahta önünde gide gele ders anlatan üniversite hocaları tavrıyla, kullandığı "epistemolojik" sözlerle, garip ses tonu ve konuşma tarzıyla, "hadi kılıç kuşanın cihada gidiyoruz" havasındaki heyecanıyla, rahata alışmış (sakinlik arayan) AKP "elitini" ürkütecek kadar "ideolojik" bir giriş yaptı. Erdoğan'ın öfke nöbetlerinden kurtulup ülkeyi normalleştirmeye ve dünyada bozulan itibarı tamir etmeye yönelik istekler yarı yolda kaldı. Davutoğlu yönetimindeki bir AKP'nin 2015 seçimlerinde şimdi zor koruduğu 20 milyon seçmenini önemli ölçüde kaybedebileceğini, geçtiğimiz günlerde SONAR direktörü Hakan Bayrakçı söylemişti. Bunun daha farklı seyretmesi, birçok bakımdan mümkün değil. AKP, Davutoğlu'yla gireceği seçimlerden, en iyi ihtimalle bir koalisyonla çıkacak -tabii seçimlere kediler müdahale etmezse, ki o zaman da AKP Gezilerden Gezi beğenecek hatta bu kez belki başka faktörler de devreye girecek.
"Yeni Türkiye" diye pazarlanan neoliberal etnik/dini kimlikçi Türkiye ruhen öldü. Fakat ölümden sonra saçlar ve tırnaklar bir süre daha uzamaya devam eder. Ne eski konjonktür, ne de eski paradigma var ve Türkiye, islamcıların tamamen aciz kalacağı bir ekonomik krize doğru doludizgin ilerliyor. Mutlaka iktidarda kalmak zorunda olan AKP (yoksa "bin yıllık dava" altı ayda buharlaşır ve yolsuzluktan/savaşsuçlarından yargılanır), toteriterleşerek ve Suriye'de/Irak'da kafa kesme "tecrübesi" kazanmış Anadolulu islamcıları kullanıp kalkı korkutarak, iktidarda kalmak isteyecektir. Bu konuda yapabileceği hukuksuzlukları şimdi hayal etmek bile mümkün değil. Ama her "bin yıllık dava" gibi, "Yeni Türkiye"nin ideolojisini nihayet açıkça ortaya kusanlar da, miadlarını doldurmuşlardır. Bütün dünyayı karşısına alan ve izole olan bir iktidarın kendi ülkesinde de yüzde 38 oy üzerine bir daha çıkamayacağı gerçeği araştırmalarla sabitken, herkesin umutsuzca sorduğu soruyu da sorup yanıtlamak gerekiyor. Soru:
Peki kim alternatif olacak? CHP/MHP mi? Onlardan birşey olmaz!..
El Cevap:
Türkiye gibi bir yerde iktidar boşluğu olmaz ve onu dolduracak birileri mutlaka çıkar ve bu kez o boşluğu dolduracak olanlar, asla "Müslümanlar" olmayacak. Dünya, Müslümanların en ılımlısının bile faşist eğilimli olduğunu öğrendi. İslamcıların çağı sona erdi. Şimdi bu mevtayı gömme faslı yaşanacak.