Erdoğan'ın takiyyeyi bırakıp "aslına" rücu etmesi, demokrasi tramvayından inip kafasındaki vahabi tipi hayali "Yeni Osmanlı" faytonuna binmesi, onun ve danışmanlarının bu dünyayı ve kapitalist sistemi hiç anlamadıklarını gösterir. Kemal Dervişten devralınıp idare-i maslahat formatında sürdürülebilir bir neoliberal ekonominin asgari ölçüde de olsa demokrasiye, ifade özgürlüğüne, işleyen bir hukuk devletine ihtiyaç duyduğunu kesinlikle anlamamış olduklarını gösterir. Bu tipik taşra "iş adamı" mantığı sistemin merkez ülkelerinde önemli ölçüde aşıldı: Ekonomi ayrı, demokrasi lafazanlığı ayrı birer olaylar bütünü değil. Global kapitalist sistemin Türkiye gibi ülkelerde iki beygirlik faytonlara sığacak birşey olmadığını Türkler acı bir şekilde anlayacaklar. Padişahçılık oynamaya müsait bir ülke olabilmek için, dünyanın ihtiyacı, olmazsa olmaz hazır enerji kaynaklarınızın olması lazım. seksist faşist Suudlar ve İran'ın molla rejimleri bu sayede şimdilik yaşayabiliyorlar.
Türkiye, "derin" bir krizin eşiğinde ve bunu tamamen Erdoğan'a borçlu! Fakat o kadar çok şey bozuldu ve Türkiye'nin ayarlarıyla öyle oynandı ki, Türkiye'nin kitlesel yolsuzlukla işleyen ve her gün daha çok yolsuz paraya ihtiyaç duyan sistemini sürdürmek nasıl imkansızlık noktasına doğru ilerlemekteyse, bu sistemin aşılmasıyla sıcak para Türkiye'yi yeniden keşfetmeyebilir.
Türkiye'deki yiyicilik ekonomisi, kutuplaştırma sayesinde "garantiye alınmış" sanılan bir yüzde elli oya dayanıyor idi. Bu şeytani politika, insanları -bir takım din kodları kullanmakla birlikte- para bağımlısı yapmaya dayanıyor. Şeytan bir iktidar modeli adına oturup düşünse, aklına şu anda Türkiye'deki sistem gelir. Yukarıdan aşağıya, iktidar kesimlerinin her kademesine kadar işleyen bir yolsuzluk ve nüfuz ticareti ağı. "Benden olursan yaşarsın" mantığı ve şu anda kapitalist sistemin kategorik sorununu birebir yansıtması bakımından önemli.
Wladimir İlyiç Lenin'in 1916'da Zürich'de yazdığı "Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşaması" adlı ünlü kitabında "endüstri kapitali" ve "finans kapital"in bütünleşip yeni bir finans oligarşisinin ortaya çıktığına işaret eder. Kitapta, finans kapitalin giderek daha önemli hale gelmesinden bahseden Lenin, o yıllar için doğru değerlendirmesinde, Marx'ın sistemin moleküllerine inen analizlerine hiç değinmez. O günlerden bu güne o kadar çok su aktı ki, Lenin'in "kapitalizmin en yüksek aşamasın"dan başka yüksek aşamalara geçildi. Fakat kapitalizmin ömrünü uzatan bu yeni aşamalar,
tamamen 'Sanal alanda' yaşandı. Bugün pek doğru olmamakla birlikte "Sanal ekonomi ve reel ekonomi" gibi bir ayrımın yapılması bile, sistemin yüzdürdüğü peynir gemilerinin sıradan insanlar tarafından bile anlaşıldığını gösterir -ki sistemin sürdürülmesi için gerekli "inanca" aykırıdır. Evet kapitalist sistemi sürdürebilmek için Türkiye'nin İslamcıları gibi kapitalizme ve -daha önemlisi- paraya, "inanmak" gerekiyor.
Ama birşeye inanmanız gerektiğini anlamanız bile, o inandığınız şeye artık inanmadığınızın kanıtıdır ve inanılmayan her tanrı gibi para tanrısının dini de çöküyor. Bunun için sistemin kategorik sorununu iyi anlamak ve halka da anlatmak gerekiyor. Çünkü pratik zekalı Türklerin sistemin ötesine doğru bakan bir perspektif geliştirebilmeleri, "anlaşılmaz" görünen kapitalist sistemin nasıl işlediğini en derin "sofistike" mekaniğiyle anlamalarına bağlı.
Şu anda kapitalist sistemin baş sorunu, kar marjlarının hızla düşmesi...
Sinekten yağ çıkarmak, geniş kesimleri yemlemek, yolsuzluk düzeninin rejim haline gelme cüreti ve kendine bir de "Yeni Türkiye" gibi AVM tipi ad bulması da bu yüzden.
Marx'ın çok iyi gösterdiği üzere sistem, sürekli daha fazla üretmek üzerine kurulmuştur. Ama "rekabet" denen mekanizma, ürünlerin diğerinden daha iyi olması için olmadık taklalar attırır -bunun iyi yanları da vardır tabii, mesela bu sayede iPad diye birşey de icad edilmiş durumda ve bu yazı o alette yazılıyor- ama gene aynı rekabet nedeniyle aletler Çin'de üretiliyor, zira onca çaba ve yatırım sonucu üretilen şeylerin giderlerinin de düşük tutulması gerekir. "Tatminkar" kar oranları için bu sistemin kendi kendine koyduğu bir zorunluluktur. Bu işlem sırasında çalışanlar, aldıkları ücretten daha fazla ürün/hizmet üretirler. Fazladan üretilen bu miktara, Marx'ın "artı değer" (Mehrwert) dediğini biliyoruz. Artı değer olmadan kar da olmaz.
Bu denklemde Lenin ve diğer sosyalistlerin pek dikkatlerini çekmeyen ve 1916'lardan bugüne köprülerin altından çok suyun aktığı durum ise şu: Ürünleri daha ucuza üretmek için daha az insan çalıştırmak eylemi, kar düşürüyor. Bu vaziyette üretim artırıldıkça, yani insanların yerini makineler aldıkça, karlar düşüyor. Olay global bazda, sistemin global tandansıyla ilgili olduğundan, istisnalardan değil genelden bahsediyoruz. Komik olan ve kapitalizmin anlamadığı şu: Eğer mümkün olduğu kadar çok insan çalıştırılsa, az makina kullanılsa, sistem daha uzun ömürlü olabilir. Tabii rekabet de kontrol altında tutulacak -nasıl olacaksa! Sistemin mantığı böyle işlemiyor malesef.
Kısa akıllı kapitalist sistem, maliyeti iyice düşürüp çok üreterek fazladan kar etmeyi sever ve bunun bir sonucu olarak diğer firmaların da aynı yönteme başvurup piyasayı malla dolduracağını, mal sayısı patlayınca fiyatların otomatikman düşeceğini ve karların azalacağını hesaplamaz. Kısacası, çok üretmek, sofistike ürünleri bedavaya getirmek bile fayda etmez: Reel ekonomi para getirmiyor. Asıl para, sanal ekonomide! Bilgisayar ekranlarındaki grafikler, bol sıfırlı rakamlar ve bunların hesaptan hesaba aktarıldığı, rahmetli Robert Kurz'un deyimiyle "yüzde 97'sinin maddi bir karşılığı olmayan" sanal/sıcak para. Hiçbirşey yapmadan, bilgisayarda bir şeyi diğerine satarak veya onu bile yapmadan, ekranındaki sayıya bir sıfır eklemek...
İşte bu Karagözcü Hayali Küçük Ali tipi -ama sanatsız- gölge tiyatrosu çöküyor, çünkü bunun gerçek birşey olmadığı, bir değer üretmediği ve sadece yeni hırsızlara yaşam alanı sunduğu anlaşılıyor.
Sistemin yeni anlaşılan zayıflığı, devreye insan yerine makina sokunca bozulmaya başladığı yönünde. Marx bu olayı başka sözlerle ünlü Kapital'inde (Birinci ciltte), kapitalist sistemin vazgeçilmez savunucusu ve sürdürücüsü "İşçi"yi anlatırkan gösterir. Sistemin işlemesi, ücretli işçilerin çalışmasına bağlıdır. Onlar, sitemin ruhunu da üretirler. O nedenle bu blogda okuyacağınız yazılarda da göreceğiniz üzere eski Sosyalistlerin işçileri yücelten/putlaştıran ve Marx'ın dalga geçerek bahsettiği "ücretli iş"i "Emek" diye kutsamalarından eser bulamazsınız. Kapitalizmi ortadan kaldırmak, sadece kapitalist sınıfın değil, işçi sınıfının da ortadan kaldırılmasıyla mümkündür, işçilerin hep gidip gidip Sağcıları seçip başlarına geçirmeleri de bundandır -bilinçsiz olduklarından değil, içgüdüsel bir şekilde sistem bilincine sahip olduklarından. Solu, esasen eğitimli kesimler seçiyor, işçiler değil. Şimdi sistem tam da bu noktada çatırdıyor: Kalıcı işsizlik artıyor, rasyonelleşme ile işçi/çalışan sayısı azalıyor, üretim artıyor, ama karlar yerlerde. Bu nedenle herkes alabildiğine sanal ekonomi kurdu kesilmiş vaziyette. Sistemin sonuncu aşaması Neoliberalizm de bu çıkmazın adı oluyor: Sanal/yalan ekonomisinin çöküşü. Tıkanan bu noktadan sonra yeni bir kapitalist yolun olmadığı (sadece kar etmekten vaz geçilirse post-kapitalist bir gelecek olabileceği) geniş kitlelerce iyi anlaşıldıkça, buna uygun pragmatik/pratik çözümler bulunacaktır şüphesiz.
Konuya devam edeceğiz...