Van ve Erciş depremi ile yükselen insani değerlerin sesi, nefret dilini yendi

Erciş şehirmerkezinde...
Van/Erciş yazıları 1

Depremden birkaç saat sonra hemen uçak biletlerimizi alıyoruz ve pazartesi sabahı beş küsür uçağıyla Diyarbakır'a uçuyoruz. Van'a yer yok. Sabah yedide Diyarbakır'dan taksiyle Erciş'e doğru yola çıkıyoruz.
Malabadi köğrüsünün yanından geçip son sürat Erciş'e ilerliyoruz. Beş saat kadar sonra Erciş kapısından şehre girerken ilk izlenimimiz, eski giriş kapısının bile yıkılmış olması oluyor.
Daha önce Gölcük depremini yaşamış biri olarak, insanların inanılamayacak kadar tevekküllü ve sakin olması dikkatimi çekiyor. Burada hayat, her fakir Anadolu kasabadaki gibi yavaş ilerliyor.
Yıkımın boyutlarını görünce, durumun Gölcük'ten pek farklı olmadığını görüyorsunuz. Ama bu kez sayısız kurtarma ekibi var. Hemen Gürcü ekibi dikkatimi çekiyor. Sonra İstanbul'dan, Ankara'dan, Adana'dan ve daha birçok yerden gelenler var. Şehrin tam merkezindeki caminin yanında üç bina yanyana tamamen çökmüş. Ambulansların biri gidip biri geliyor. Bir adam dikkatimi çekiyor. Adamın yüzünde hiç bir ifade yok, ama gözlerinden yaşlar akıyor.
Yanındaki adamdan, enkaz altından çıkarılmayı bekleyen gençlerden birinin babası olduğunu öğreniyorum. Başka genç bir kadın. Sessizce ağlıyor. Ona birşey soracağımı anlayıp hemen iki adım geri çekiliyor, o da ağlıyor. Burada konuşmaya gerek yok aslında. Zaten hiç kimse olayla ilgili birşey konuşmuyor -bu dikkatimi çekiyor. Depremden ve deprem anından bahsetmek istemiyorlar. Daha sonra bunu sorduğunuzda da genellikle tek bir sözcük veya kısa bir tek cümle çıkıyor ağızlarından. Sadece bir taksi şöförü, "Ne diyem ağam, anlatılacak gibi değil ki, anlatılmaz yaşanır" dedi. Bu son iki sözcük genellikle güzel şeyleri anlatmak için kullanıldığından garibime giderdi normal bir zamanda, ama normal bir zamanda yaşamıyoruz.
Bütün basın, kurtarma ekipleri, jandarma erleri, polis, hepsi, Erciş'in tam göbeğindeki bu üç yıkıntının etrafında toplanmıştı -ki bereket daha sonra iyi bir haber geldi, genç bir çocuğu daha kurtardılar. Sevinç ve alkış cılızdı.
Meydanın tam karşısında, tavanından beton parçaları düşmüş bir çay ocağının önünde terkedilmiş alçak taburelerden kapıp, oradaki tek ağacın altına oturduk. Bu manzarada en etkileyici olan, tam meydandaki eski saat kulesinin musluklarında abdest alan yaşlılar oldu. Daha hiçbir ölü gelmemişti camiye ama çok sayıda insan abdest alıyordu. Kulenin üzerinde durduğu yuvarlak yeşil adacık insan doluydu. Çoğu oturmuş, yıkıntıdan gelecek iyi haberleri bekliyorlardı, ama telaşsız ve sessiz, sadece bekliyorlardı. Hemen sağlarında, yukarıda fotorafını gördüğünüz manzara vardı çok sonra, kurtarma ekiplerinden birkaç kişi yıkıntının altında insan aradı, bereket versin kimse yoktu.
Bu tevekkül daha sonra da dikkat çekiciydi. Şehir merkezinde çökmüş başka bir dükkanlar kompleksinin sadece çatısına birşey olmamış, çatı terde duruyordu ve önünde yere oturmuş on kadar yaşlı insan sessiz bekliyordu. Yıkıntıda insanlar vardı ve kurtarmaya henüz hiçkimse gelmemişti. Elinde kazma-kürek, yıkıntıya "girişenler" de yoktu.
Ben cami avlusundan, hemen karşıdaki valilik binasının önüne geldiğimde binadan bir kalabalık çıktı. En önde Kemal Kılıçdaroğlu'nu gördüm. Daha önce sohbet ettiğim Sezgin Tanrıkulu, arkasından geliyor ve Vanlılarla konuşuyordu. Daha sonra CHP'nin Erciş'te neredeyse hiç oy almadığını öğrendim. Bunu anlatan Erciş'li ziyaretten hoşnuttu.
Erciş'te tamamen çökmüş karşılıklı iki bina gerçekten ürkütücüydü. Binalar neredeyse kum olmuştu. Yıkıntının önüne kadar iki koluna girerek getirilen orta yaşlı bir adam ayakta durmakta zorlanıyor ve ağlıyordu, teselli etmek mümkün değildi.
Başka bir evin önünde durdurulduk. Şehir merkezine yakın çok büyük bir bina, onaltı dairelik. Sahibi, "Borcunu yeni bitirmiştik" diyor. "Benim buna kattığım demirin ve çimentonun haddi hesabı yok. Bak yandaki bina çürük biliyorum, ona birşey olmadı, bir de bizimkine bak." Bakıyorum, dışarıdan pek birşey görülmüyor. Çatlaklar var o kadar. "İçeride duvarlar yıkıldı, bütün dolaplar devrildi. Biz artık burada oturamayız" diyor. Karısı güleç yüzlü. Başörtüsünü düzeltip, "Allah yardım eder" diyor. Biz sohbet ederken telaşlı genç bir kadın geliyor, "Abla biz gidiyoruz, eşyalarımız size emanet" diyor. Çanakkale'ye kaçıyorlar. Kadın, bir saat bile Erciş'te kalamayacağını söylüyor.
Daha sonra yeniden meydana geldiğimzde caminin avlusunda dev iki kazan görüyoruz. Bir İslami Vakıf yemek dağıtıyor. Herkes kuyruk. Şehirdeki her üçüncü kişi dışarıdan gelmiş sanki. Buraya Türkiye'nin her yerinden yardım yağıyor. Tevekkül belki biraz da bundan. O kadar çok yardım eden kişi, dolu kamyon, koşuşturan yetkili var ki, bu havanın bile iyimserlik atmosferi yarattığı söylenebilir.
Çöken öğrenci yurdunun önünde bekleyen genç biri, zemin katta sıkışmış amcasının oğlunu bekliyor. Babası da yanında, Batman'dan gelmişler. Bina, zemin katı çöküp zemine oturmuş. Eğik duruyor. Yandaki yangın merdiveni yere kadar inmiş. Etraftaki gençler, öğrencilerin o merdivenden indiklerini söylüyor. Ama en alt kattaki görevliden haber yok. "Biriki öğrenci de olabilir zeminde" diyorlar. Biz oradayken görünürde tek bir kurtarma ekibi bile yoktu. Gelenler de hemen oradan uzaklaşmış, "her an üzerimize çökebilir" diye.
Erciş'te yıkım çok büyük (Ama Gölcük'ten daha kötü değil). Şehre, başağrıtan cinsten koyu bir atmosfer hakim. Panik yok. Türkiye'ye hakim olan o güzel dayanışma havası buraya tam anlamıyla hakim. İnsanlar kendilerini bir şekilde güvende hissediyorlar. Türkiye'nin her yerinden ve yurtdışından gelen bunca yardım ve dostça yakınlık, bu tevekkülün asıl nedeni. İşte bundan emin olduktan sonra gönül rahatlığıyla Ercişten ayrıldım.
(Daha sonra televizyonda çemkiren ırkçı bir tazenin ağzının payını almasından burada uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok)
Türkiye çok güzel bir sınav verdi. Ne kadar övülse azdır. Bu olay öncesindeki nefret dili ve intikam söylemi bir anda sona erdi. Bu olayda Hükümetin Kürtler hakkında verdiği bir soruşturma teklifini geri çekmesi, BDP Başkanı Sevgili Selahattin Demirtaş'ın da anlamlı "Yardımlar kardeşlik kokuyor" sözleri, gerçekten çok güzel. Ahmet Altan'ın yazdığı gibi, böyle bir kardeşlik/dostluk/barış ortamı için "mutlaka felaketlerin yaşanması gerekmemeli." Bunu herkes biryere yazıp unuttukça bakmalı. Önce dostluk, kardeşlik ve barış. Bunlar kesin içselleştirilmeli. Mutlaka...