Batılı liberal demokrasinin geleceğe yatkınlığı ve doğu demokrasisinin iflası hakkında

Arap ülkelerindeki tek adam diktatörlüklerine karşı ayaklanmaların talebi 'Demokrasi' oldu. Ve taleb edilen demokrasi, 'Batılı liberal demokrasi' idi. Bu noktada, yükselen Asya'nın şekilci 'Doğu Demokrasisi'nin tamamen bertaraf olduğunu gösteren işaretler ortaya çıktı. Sadece Çin'de değil, Küba'da bile telaşlı uygulamalar göze battı. 2008 yılında sona eren Neoliberal dönemin en dikkat çekici yanlarından biri, tipik Çin örneğinde görülen seçimci/seçkinci Doğu Demokrasisi'nin, ekonomi iyi ise pekala işlediği yanılsamasıydı. Neoliberal dönemin ardından başlayan ve benim 'Postkapitalist' dönem diye adlandırmayı sevdiğim dönemin neoliberal dönemden ilk siyasi farkı, İran'dan Çin ve Rusya'ya uzanan otokratik Doğu Demokrasisi anlayışının kesin yenilgiye uğraması ve insanların yükselen ekonomi adına özgürlüklerden taviz vermeyi reddetmeleri oldu. Bu trend, Türkiye'nin giderek otoriterleşen ve Doğu Demokrasisi özellikleri artan yalancı demokrasisinin de hızla sorgulanmasını beraberinde getirdi.

Aklı başında hangi matematikçi ve doğa bilimciyle konuşursanız, bugünün para/iş odaklı üretim/tüketim toplumlarının gelecekte sürdürülmesinin imkansızlığını anlatacaktır. Bu durum çok yönlü bilimsel bir veridir. Ve bu veriden devamla, geleceğe en yatkın siyasi sistemi ararken bugünden yola çıkmak kadar doğal birşey olamaz. İnsanların genel ruh hali hep geçmişi referans almak ve oradan geleceğe doğru siyasettir ve politikacıların sorumluluk üslenmesidir. Zaten katılımcı kararların alınıp çoğunluğun ittifakıyla hareket edebilmek de buna bağlıdır. Görüldüğü gübü buradan hemen demokrasinin temel prensiplerine geliyoruz. Öyle değil de "her haltın en iyisini bilen" bir tek adam herkes adına karar verse, daha iyi mi daha kötü mü olur. Şu anda Doğulu otoriter demokrasinin mi, yoksa Batılı liberal demokrasinin mi geleceğe daha yatkın olduğunu sormak -tüm klişelerin ve önyargıların ötesinde özel önem taşımaktadır. Bu satırların yazarının bu konuda -yazının tonundan da anlaşılacağı üzere- belli bir fikre sahip olmasına rağmen, konunun sorgulanması gerekiyor. Bu konuda yanıtlar aramak için yakın geçmişten ve bugünden yola çıkacaksak, liberal/neoliberal kapitalist yaşam biçiminden yola çıkacağız demektir ve hatta Türkiye açısından bunun anlamını sorgulayacağız demektir (çünkü Türkiye'yi bundan böyle genel resmin merkezinde bir yere koymaya alışmak ve bunun dünyaya karşı sorumluluğunu da taşımak gerekiyor). 

Daha önce, liberal dönemde demokrasiye alternatif bir "sosyalist düzen" varken, bir rekabet sözkonuyken, o şartlar altında bile, sistemlerin geleceğe yatkın olup olmadıkları, asla cidden tartışılmadı. Geleceğe yatkınlık, bugünün -Araplar tarafından da referans alınan- bazı yüksek evrensel kalitelerin, gelecekte hangi ölçüde sürdürülüp geliştirilebileceğiyle ilgili bir durum. Burada daha önce, demokrasinin kapitalizme özgü siyasi bir sistem olduğunu çok yazdık. Fakat post-kapitalist dönemde demokrasinin, kapitalizmin ötesine işaret eden ve yerel siyasi akımların ötesinde gelişen bazı özelliklerine dikat çekmek gerekiyor. Böyle global özelliklerin ortaya çıkmasında internet/iletişim üzerinden toplumların birbirine yaklaşmasının büyük payı olduğu yadsınamaz. Bu vesileyle demokrasinin geliştirdiği başka bir kalitenin globalleşmesi de söz konusu. Bu kalite, politikacılar üzerinde kontrol kurulması ile ilgilidir ve şaşılacak bir şeklilde toplumun/kamunun yararına işlemektedir. Mesela 2008 yılında neoliberal dönemin paradigmasını değiştiren ekonomik krizin, böyle bir kontrolün/şeffaflığın olmaması sonucu bu boyutlarda ortaya çıkabildiği bilinci de, yeni global demokrasi bilincini desteklemiştir.

Bugün giderek radikal bir şekilde desteklenen ve mücadelesi verilen Batılı liberal demokrasi anlayışı, neoliberal dönemin "Medeniyetler Savaşı" saçmalığını da yerlebir eden kültürlerötesi bir güç oluştmak eğiliminde. Neoliberal dönemin kimlikçi, farklılıklar üzerinden konuşan kamplaştırıcı etkisinin tersine, yeni demokrasi hareketi, ortak noktalar keşfeden bir dille konuşıyor. Nasıl olup da böyle bir noktaya geldiğini ve bunun geleceğe yetkın olup olmadığını düşünmek zorundayız. Sosyo-ekonomi dilinin, ekonomi odaklı kapitalist sistem için bir zorunluluk olduğunu yedi yıl boyunca söyledik. Sosyo-ekonomi dilinin, kapitalizmin konteksinde altı boş etnik/dini kimlikçiliği dağıtacak bir etki yapar demiştik. Tabii bu sadece sübjektif/öznel bir tesbit olmanın ötesinde -bozulan neoliberal kapitalizm için- bir zorunluluktu. Bugünkü aşamada, totaliterliğe meraklı Doğu Demokrasisi'nin, kamplaştırıcı düşmanlık diline daha çok ihtiyaç duyduğu, yani sistemin muhafazakar kesiminin (neoliberal sistemi aynen muhafaza etmekten yana olan kesimin) Doğu Demokrasisi tarafından temsil edilir hale geldiği çıkmıştı. Kapitalizmde asıl olanın para/kar meselesi olduğunu bildiğimiz kadar, bu sistemin insanı bireyleştirici özelliğini de biliyor olmamız gerekirdi ve Batı Demokrasisi, tam da buna, yani bireyleşmeye, bireyin haklarına ve özgürlüklerine önem veriyor olması, globalleşmenin yeni sonucu olarak demokratikleşmenin Batılı bir yön tutturması anlaşılır olmalıydı. Bu anlamda, İran, Türkiye, Çin, Rusya, Mısır, Tunus, Suriye gibi Doğu Demokrasileri veya Doğu Demokrasisi özentilerinin kaybedenler safında yer almaları kaçınılmaz oluyordu.


Buraya kadar, Batılı liberal demokrasinin Doğulu Demokrasileri -tıpkı sosyalizme yaptığı gibi- hezimete uğrattığını söyleyebiliriz -ama bunun ekonomiyle ilgili bir üstünlüğe işaret ettiğini söyleyemediğimiz gibi, geleceğe daha yatkın olduğunu da henüz söyleyemeyiz... Bunun ilk nedeni, geleceğin bilinmez birşey olmasıdır (ve demokrasinin tanımlarından biri de gelecekte iktidara kimin geleceğinin belirsiz olmasıdır -yakın gelecekte iktidara kimin geleceği şimdiden kesinse, orada demokrasi sorunlu demektir). Gelecek, hele 2012 dönüşüm dönemi için sahiden de belirsizdir diyebiliriz ve yoğun belirsizlik dönemlerinde askeri bir örgütlenmenin daha efektif/dinamik olabileceği gibi bir varsayım yaygındır. Hangi seçeneğin daha etkin olabileceğini henüz bilmiyoruz. Ama Batılı liberal demokrasinin Batıdaki ekonomik çöküş trendine rağmen yükselmesi, bize önemli bir umut ışığı olmaktadır -ki o da şudur: Demokrasinin bu türü, ekonomi/kapitalizm ötesi bazı kaliteler geliştirmektedir. Post-kapitalist çağ için tayin edici önemde bir durumdur...

Dünyada uğrunda mücadele edilen ve açıkca Doğu demokrasisinden üstün olduğu tescillenen Batılı liberal demokrasinin ekonomi ötesi kazanımları nelerdir?
Bunların başında, birey haklarını garanti altına alan -kapitalizmin en gelişmiş uç biçimiyle ilgili- özellikler geliyor, mesela 'İnsan hakları'nın tartışmasız kabulü (Biz ona -geleceğe bakarak- 'İnsan Haysiyeti' diyelim. Çok daha kapsamlı ve çok daha önemlidir), ortak karar alma kültürü, azınlıkları koruma kültürü, herkesin aynı göz hizasında konuşması (eşitlikçi) kültürü, hukukun üstünlüğü, kişilerin ve grupların sosyal güvencesi fikri, ve bütün bunlara dayanan bir global fikir alışverişi ve kooperasyon kültürü -ki galiba en önemlisi de bu. Batı tipi demokrasinin daha sağlam bir meşruiyet temeli kurduğu görünüyor. Bu sistemde insanlar kendilerini daha eşit bireyler olarak hissediyorlar ve bu histen yola çıkarak daha mobil/kararlı bir şekilde kararların alınmasına ve uygulanmasına aktif katılıyorlar. Bu açıdan bakıldığında Batı demokrasisi, daha geniş bir kesimin fikri/yaratıcı enerjisini daha efektif ve daha derin bir şekilde ortaya çıkarabiliyor. Bu konuda otokratik Doğu demokrasisinden -insani konularda- daha "verimli" işleyebiliyor. Geniş kitleler/halklar tarafından gönüllü olarak kabul gördüğünden, çok büyük çaplı sorunların global bazda ele alınıp çözülmesi konusunda, çok geniş kesimlerin gönüllü olarak mobilize edilmeleri konusunda, kuşkusuz daha üstün.

Tabii burada, 'demokrasi' denen sistemin kendinden memnun, mutlu/mesut mükemmellik attırmasına karşı çıkmak da şart. bu yazının konusu olmamakla birlikte, demokrasinin bir çok önemli sorunu var ve bu sorunlar, onu üreten ekonomik sistemin sorunları aynı zamanda. demokrasi mükemmel sistem değil. Ama geleceğe doğru bugünün verilerini esas alarak yola çıkılacaksa -insanların aklı ve ruh hali öyle işliyor- o zaman Batı demokrasisini ciddiye almak ve onu Türkiye'ye hakim kılmak, bir zorunluluk. Bugünkü kör/topal haliyle bile demokrasi, geleceğin sorunlarını ele almak bakımından, tek sesli totaliter demokrasi örneklerinden daha üstün görünüyor. Bu demokrasi formuyla geleceği kurabilir miyiz?! İşte o noktada emin olmak hiç mümkün değil. Şimdilik, siste görünür yere kadar baktığımızda, birbiriyle eşitlikçi ilişkiler kurması daha kolay görünen Batılı demokrasilerin, halkları daha iyi taşıyabileceğini söyleyebiliriz -ama askeri önlemlerle devam etmeyi gerektiren şartlarda da daha merkezi karar/hareket mekanizmalarını devreye sokabilecek legitimasyonları/meşruiyetleri kurmak koşuluyla. Bu ikisinin kombinasyonu, kuşkusuz en sağlam yöntem olacaktır. Ama nasıl olacak -işte bu, pratiğin içinde ortaya çıkacak gibi görünüyor.