Konularda kısa bir bayram gezintisi...

Paranın felsefesi ve dini
Paraya karşı olan bu aşırı düşkünlük nereden geliyor? Modern zamanların giderek alçalan "kalitesi"ni belirleyen, vasatizmi ve onun arsızlığını/ahlaksızlığını dünyaya hakim kılan paranın felsefesi hakkında bin sayfalık ilk teorik temel kitabı, Georg Simmel yazmıştı.

Paranın bir din haline geldiğini ilk kez temellendiren ve anlatan düşünür Simmel'dir. Bütün bunlardan bahsederken, EN önceliğin Karl Marx'a ait olduğunu unutmuyoruz elbette. Ama Simmel, paranın toplumu ele geçirmesi ve değiştirmesini, çok yönlü bir şekilde ve Marx gibi teorik çerçevenin içinde kalmadan, onun dışına çıkarak ve yenılmak endişesi taşımadan "rahat" bir dille anlatıyor. Temel eseri "Philosophie des Geldes" 1900 yılında Berlin'de ilk piyasaya çıktığında, büyük gürültü koparmış olmalı. Simmel'in kitabında verdiği bir örnek, mıh gibi, akıldan çıkmayacak cinsten bir cümledir:
"Bankalar, artık kiliselerden daha büyük ve daha muazzam (binalar). Şehirlerin merkezi haline geldiler." Malumunuz Orta-Avrupa'da şehirler hep kiliselerin etrafına kurulur, Kilise hep merkezdir. Banka binalarının, yeni kiliseler olarak şehirlerin merkezleri haline geldiğine dikkat çekiyor.
Simmel'in bir de ünlü makalesi vardır. "Die Großstädte und das Geistesleben"
Bu orta uzunluktaki makaleyle Simmel, şehir sosyolojisinin babası sayılır. Böyle sınıflanırmaları pek sevmemekle birlikte, Georg Simmel'in 'Hayat Felsefecisi' diye sınıflandırılması hoşuma gider.

Entelektüalizmin krizi
Bu konu hakkında ne zamandır not tutan biri olarak kısaca şunu söyleyebilirim:

Entelektüeller, tarihi zirvelerine 20'inci yüzyılda eriştiler. 11 Eylül 2001 sonrasında, entelektüalizmin hızlı bir erozyona uğradığı ve etkisini önemli ölçüde yitirmeye başladığını söylemek mümkün. Erozyon, asıl Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle başladı. Bu konularla ilgili özellikle Fransa'da çok sayıda kitap yayımlandı.
Türkiye'de bu bozulmanın en tipik özelliği, Solculuktan "ayrılmadan" vahşi neoliberal kapitalizmin avukatlığına soyunan "Liberaller" oldu. Onlardan "cesaret" alan ve çağdaş vasatizmin temsilcisi olan engin bir "İslamcı aydın" deryası da, bu iflas sonrasının çarpık ürünleridir. Liberallerle başlayan Liberal-İslamcı kırması akımın bir devamı yoktur. Bu anlamda Liberaller, Türkiye'de bildiğimiz entelektüalizmin iflasını temsil ediyorlar.
Tabii Türkiye'deki bozuk türü bir yana, dünyada entelektüalizm, değişerek yoluna devam edecektir. Entelektüalizme hangi açıdan, hangi düşünme biçimleri açısından ve hangi konularda ihtiyaç olabileceği ve işe yaramayan yanlarının neyle tamamlanabileceğini konuşmak zorundayız. Mesela 'Televizyon entelektüeli' diye, konuşacağı istikameti televizyon moderatörünün belirlediği bir tip var. Artık pazar söyleşisi yapılacak adam/kadın kalmamasının bir nedeni de bu yeni tip entelektüel. Konuşma hürriyetinin olduğu, ama eylem hürriyetinin olmadığı post-demokrasilerde can sıkıntısı ve vasatizm de kaçnılmazdır!

Etnik/dini kültürel kimlikçiliğin evrimi
Bu konu, Türkiye'yi özellikle ilgilendirdiği için, üzerinde sıklıkla durulmayı gerektiriyor.

Neoliberal dönemde ortaya çıkan "Kürt kimliği" ve "Müslüman kimlik" türünden ayrımlara göre dünyayı "biz ve onlar" diye ayıran, sosyo-ekonomiyi tamamen unutup eski Sol geleneğin de canına okuyan bu "ayrımcılık" türü, mesela "demokrasi uzmanı" Etyen Mahcupyan'ın her cümlesinin başında "öteki" sözünü kullanmasıyla ifade bulmuştu. İnsanların kendilerini eknik/dini kökenlerine göre tanımlayıp, bu kökenleri de değişmez/taşımsı/monolitik hatta homojen bir tür kitlesel-DNA gibi sunmalarıyla ifade ediliyordu. Buna göre bazıları kalübeladan beri Kürttür veya Müslümandır! Hem de şimdi şu an olduğu gibi, bundan beşbin yıl önce de aynısının tıpkısı Kürttürler! veya Müslümandırlar! (Müslümanlığın tarihi binbeşyüz küsür seneden ibaret olmasına rağmen)
Bu akımlara dokunulmazlık sağlayan, bazı "ilginç", eskiden siyasi akımların sahip olmadığı bazı "tavır"lar/tabular var. Mesela, "Dinime laf söyleyemezsin" veya "Kürtlüğüme laf ettirmem" cinsinden "kutsal"lıklar bunlar. Neoliberal para dininin arkasına saklandığı bu kutsal tabuları, yıkmanın zamanı...
Kültürcü sosyo-psikolojik bozukluğun, (İslamcıların deyimiyle "sapıklığın") nasıl bir süreç izlediğini ve 1946'da başlayan tarihini biliyoruz. Ama gelecekte nasıl devam edecek? Bu "Sapıklıkların", neoliberalizmin sıcak para krizlerine girdiği 2008 sonrası çağımızda hali nice olacak? Nicel büyümelerine rağmen nitel anlamda hızla bozulduklarını ve diriliklerini tamamen kaybettiklerini görüyoruz. Kültürcülük akımının, neoliberalizmin çöküşüyle birlikte geçireceği değişiklik hangi istikamette olabilir? Eski Sol'un düşüşü sonrasında vardığı yer ile kıyaslandığında, bu akımların büyük bir çoğunluğu çöp hükmünde. Soldan geriye önemli bir miras ve bir düşünce geleneği kaldı. Bunlardan geriye ne kalır -ya da kalır mı?

Öğrenme ve inceleme aşamasındaki yeni konular...
* CERN'deki fiziksel araştırmalarının boyutu. Bu konu beni, 'Paleoantik' yeni fizik nedeniyle özellikle ilgilendiriyor. Modern çağları şekillendiren en önemli unsurlardan biri de bilim. Ve fizik, bilimler arasından birinci konu. Şimdi onun nitel bir sıçrama yapması söz konusu.
* Geleceğin çevre bilimlerinin -bilimsel soğukluk ötesi- yeni türü.
* Medya'nın ve tekniğin düşünceyi katli.
* Lateral düşünce, tartışma/düşünmede Disney metodu.
* Hür irade konusuna natüralist yaklaşım vs. vs.

Bayramınızı kutlar, neşeli güzel günler dileriz!