Konularda gene kısa bir bayram gezintisi...

Müziğin insan için önemi. Müzik insanı nasıl etkiliyor?
Bilimin de nihayet anladığı ve kanıtladığı gibi müzik, insanın ruhsal, vicdani ve düşünsel gelişimi için tayin edici önemde. Doğrudan beyne etki edebilen ve duygular uyandırma özelliğine sahip müzik, aynı zamanda bir uygarlık ifadesi. Müzikle ilgili bir 'Hace Nasreddin hikayesi' yazmaya hazırlanırken, geçen ay müzik hakkında birkaç kitap okudum. İçlerinden birinden bahsetmeliyim.

Okuduğum kitaplar arasında en ilginci, Arjantinli ünlü Yahudi piyanist ve orkestra şefi Daniel Barenboim'in "Klang ist Leben" adlı kitabıydı. Geçenlerde Elif Şafak'ın da söyleştiği ünlü müzisyen, Berlin ve Ramallah'ta kurduğu, "Çocuklar için müzik kreşleri" ile de dikkat çekmişti.
Müzik, doğrudan bilince etkiyebilen birşey.
Türkiye'den birçok siyasi akım gelip geçti. bunların tamamına yakını ideolojik akımlar olduğundan belli bir kısıtlılık -zaten ideoloji oluşlarında vardı. Ama bunlar içinde müziği olmayan tek akım, İslamcı akımdır.
Bu çok önemli ve garip durumu bazı yabancı dostlarla da tartıştım. Özellikle de, müzik ve ritm hakkında dünyada çok ciddiye alınan bir kitap yazmış olan Eske Bockelmann'la bunu konuştuk.
Ben kendi hesabıma, İslamcıların bu kadar bozuk bir güruh haline gelmelerini ve ruhlarını paraya bu kadar kolay satabilmelerini ve vicdan-özürlü olmalarını ve temel insani değerlere ters (yani İslamcıların deyimiyle "sapık") birçok garip yana sahip olmalarını ve bunları birşeymiş gibi bir de savunmalarını, müziksiz olmalarıyla da ilişkilendiriyorum. Ve bu konuda yalnız da değilim.
Müziğin insan üzerinde, insani değerleri sağlamlaştıran bir etkisi var (tabii burada müziğin türünü de tartışmak zorundayız). Ve bu müzikal etki, sağlam bir ruhsal fundament kurmak konusunda son derece önemli.

Otorite nedir, kimdir?
Bazı insanlar otoriterdir, bazısı değildir. Bu konunun despotizmle karıştırılmamasında fayda var.
Mesela sevgili Fethiye Çetin'in "Torunlar" adlı kitabında, 1915'deki katliamlarda alınıp aileye katılan küçük Ermeni kızların o kimsesiz hallerine ve ömürleri boyunca ezik yaşamalarına rağmen, o alabildiğine becerikli/sevecen halleriyle, daha sonra Anneanne veya Babaanne olduklarında, aile içinde nasıl güzel bir otorite kurduklarından bahsediliyor. Otorite kurmak ve otorite denen şeyin çözümlemesi nedir? Bu ilginç bir konu. Sopaya/silaha dayanmayan, tam tersine iyilik, beceriklilik, akıl ve güzellik üzerine kurulu otoritenin muhtevasını konuşmak, bana ilginç geliyor.
Bir tür güven duygusu uyandırmak, bütünü düşünen bir bilinç geliştirmek ve daha ötesi, otoritenin kökleri oluyor. Hiyerarşi ve despotizmle de ilişkilendirilebilen 'Otorite' kavramı, bunlardan hangi konularda kesin ayrılık gösterir?

Sorumluluğun icadı...
Sorumluluk kavramının daha önce varolmadığına, bu terimin kullanılmadığına hatta bilinmediğine, daha önce burada tek satırla değinmiştik. Sorumluluk kavramı, şehirli yaşam tarzının yaygınlaşmasının ardından, daha anonim ve ortak kullanılan şeyler için "Görev bilinci" duymak anlamında icad olunmuş, "Görev"den çok daha gevşek bir anlama sahip yeni ve modern bir terim.
Bugün kullandığımız anlamda ilk kez 19'uncu yüzyıl ortasında Heinrich Heine tarafından kullanılmış.
Daha öncesinin din temelli "Görev" (Pflicht/obligation) ve yükümlülükler yerine kullanılan yeni bir terim.
'Sorumluluk' teriminin bugün, eskisinden daka da/iyice yumuşatıldığını söyleyebiliriz. Hani nerde 'Sormluluk bilinci', mesela çevre konularında... ve diğer konularda.
Bizi ilgilendiren, 'Sorumluluk' denen şeyin gelecekte nasıl bir hal alacağı.
Genel bozulmanın dayattığı bir soru...