"Parasız yaşanmaz" efsanesi ve para hırsı hakkında


Parasız yaşanamayacağı efsanesi, geleceğe doğru atılacak birçok adımı ve klasik normların ötesinde düşünmeyi baştan önlüyor. Korkunç bir şizofreniden muzdarip dünya. Evet bir masa başında herşey konuşulur tartışılır, dünyalar kurulur yıkılır, ama dönüp dolaşılıp iş hesbı ödemeye gelince "gerçek hayat"a dönülmüş olur! Onca güzel lafın, gece geç vakitlerde ağızda buruk bir tad bırakmasının nedeni de budur: Para. Sanki tüm hayalleri öldürme ve can sıkıcı hayatı döndürme makinesidir. Günümüzün modern günlük yaşamında herşeyin/herişin parayla döndüğünü biliyoruz. Bildiğimiz başka bir şey de; işin merkezine para oturdu mu, bütün kutsal işlerin mundar olmasıdır. Para tarikati/cemaati, bunun en tipik sonuncu örneğidir. Peki bu garip karabasandan ilelebet kurtulmak mümkün mü?..

Oraya gelmeden önce, "Para olmadan olmaz" zikrini her sohbette tekrarlayıp duran ve paranın hakim olmadığı bir hayatı/dünyayı düşünemeyen -özellikle para manyağı "Müslüman" muhafazakar- ahir zaman beşerinin en büyük yanılgısından bahsedelim. Bugün kullandığımız para cinsinin tarih boyunca sanki hep böyle, bugünkü gibi kullanıldığını sanıyor. (Yani Osmanlı'da da millet iş arıyormuş, CV yazıyormuş, pet şişe su alırken para ödüyormuş, yol kenarındaki erikleri yemek için birilerine para veriyormuş vs.) Para'nın ne olup ne olmadığı konusunda zaten hiç düşünmemiş. İkinci büyük yanılgısı, parayı nötr bir şey, sadece mal/hizmet dolaşımına yarayan bir araç sayması. Günümüzde kullanılan para türü, sanıldığı gibi nötr bir araç değil, bir amaçtır. Ve bu durum, sistem açısından değerlendirildiğinde, sanıldığından çok daha yeni -en fazla üçyüz yıllık- bir fenomendir.

Sıradan bir tüketiciye göre para, satın almak istediği mal/meta için 'sadece gerekli bir araç' gibi görünüyor -yani burada asıl amaç sanki para değil de mal/meta imiş gibi görünüyor. Aynı işlemi, o mal/meta'yı satan açısından değerlendirirsek, amaç paradır -saadece paradır. Satışı yapan kişi, mümkün olduğunca çok satmak -çünkü çok para kazanmak- istiyor. Burada, satan kişinin ne sattığı da kesinlikle önemli değildir. Yeter ki sattığı şeyin para getirsin. 'Para kazanmak' düşüncesinin doğayı, insanın gerçek ihtiyaçlarını, çevreyi vd. gözetmek/korumak diye bir derdi yoktur. Kısacası -bu denklemde- paranın nasıl kazanıldığının son tahlilde pek bir önemi yoktur. Öyle olmasa, mesela genleri değiştirlmiş tahıl diye birşeyi düşünmenin bile insan türüne ve doğaya ihanet olduğu bilinirdi. Bilinmemekte, böyle şeyler -para adına- görmezden gelinmektedir. Buradan, paranın akılcı/makul birşey olMAdığı, hayatı/atmosferi/çevreyi rahatlıkla yakabilecek tıynette olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Yapılan şeylerin ("hizmet!", yatırım, kaldırım vs.) ihtiyaçtan çok para kazanmakla ilgili olduğunu, dünyanın naylon mala/hizmete, asfalt/betona kesmesinin baş nedeninin de bu "para kazanmak hırsı" denen ruh-bozulması olduğunu anlıyoruz. Küresel ısınmadan insanın bozulmasına kadar, dejenerasyonun/kirlenmenin asıl sorumlusu, paradır. Para ve hırs denen şeyi ayrı ayrı değerlendirip, bu ikisinin bir araya gelmemesi halinde paranın temiz/pak/iyi birşey olduğunu söyleyemeyeceğiz. Günümüzde bütün dünyada kullanılan para türü, hırs denen şeyi bizzat doğurmaktadır. O nedenle bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Başka bir yanılsamaya geçelim. Söylenen şey aynen şu: "Krize neden olan, bazı bankerlerin para hırsıdır. Bu kadar para hırsı olmasaydı kriz de olmazdı." Kafadan yanlış. Burada, bankerlerin sanki esrar gibi, eroin gibi bir kötü bir alışkanlıkları varmış, bundan kurtulurlarsa herşey güllük gülistanlık olacakmış gibi bir hava estiriliyor. Alakası yok. Bu hırs, kullanılan para türünün doğasında var. Yaşanan kriz de, -bankerler namuslu da namussuz da olsalar- yaşanacaktı. Namuslu (?!) olsalardı belki bir-iki ay gecikirdi o kadar.

Sözkonusu para türüne göre, doğa da, atmosfer de, açlık da, savaş da, sanaldır! Yani: Açlığın, krizin, küresel ısınmanın vs. parayı ilgilendiren tek yanı, "
kâr mı ettirir zarar mı" hesabıdır. Sonuçta -paranın artışı veya eksilişini gösteren- bir sayıdır. Ruhsuz, abstrakt, soğuk bir sayı... Bütün bu özelliklerinden yola çıkarak Marx bu paraya 'para' demek yerine 'Kapital' demeyi tercih etmiştir. Yani bugün kullandığımız para türü ölçüsüz/vicdansız bir şeydir. "Kârını biraz kıssa, ortalık düzelir" diyoruz, bunu istiyoruz... Şöyle düşünür: "Kârım yüzde yetmiş, yüzde yüz olabilecekse, neden yüzde yirmi olsun ki?" Kapitalin mantığı budur ve bu mantık, başkalarına/doğaya/hayata yararı/zararı düşünmez, sadece parayı artırmayı düşünür. Kısacası: Kapitalizmde doğaya/insana/hayata duyarlı, saygılı, vicdanlı vs. olmak, özel bir çaba gerektirir ve kapitalizmin doğasına aykırıdır. Bankaya para yatırırken de kimse sistemin bütününü, paranın dünyaya yararlı olup olmayacağını falan düşünmez, kendi faizini/kârını/getirisini düşünür -insanlar kötü olduğundan değil, bu para türü böyle işlediğinden. Bankada paranın çalıştığı, işe yaradığı ve böylece çoğaldığı düşünülür -ki o da 'genel doğru' değildir. Esas olan, kullandığımız para türünün durduk yerde, sırf para olduğu için para kazanmasıdır. Bu nedenle dünyadaki para miktarı ile, o paranın satın alabileceği değerler arasında uçurum bulunmaktadır. Bugünkü para miktarıyla birkaç tane dünya satın alınabilir. Yani -teorik olarak, bu paranın mantığına göre- para boşansa, sadece semerini değil, Venüs'ü, Ay'ı, Merküt'ü falan da yiyebilir! O halde bu paranın "dünya dışı", "dünyaya aykırı" bir tür olduğunu söyleyebiliriz. Kulaklara şimdi Science Fiction (bilim kurgu) gibi de gelse, bugünün 'Hırs motoru' sözkonusu para türünün, çok uzak olmayan bir zamanda, mutlaka terkedilmesi şarttır. Yoksa bu, insanlığın ve dünyadaki hayatın sonu bile olabilir. Durum hiç abartmadan aynen böyledir.

Diğer bir yanılsama, uygar bir hayat tarzı için mutlaka para gerektiği, iş bölümünün de parasız yapılamayacağıdır. İş bölümü pekala parasız da örgütlenebilir, kapitalizme has olduğu öne sürülen çeşitlilik de yitip gitmez. Bunun en kesin kanıtı, büyük kapitalist işletmelerin bizzat kendileridir. Firmaların kendi içinde yapılan işlemler sırasında hiçbir para trafiği olmamakta, herşey de tıkır tıkır işlemektedir.

Yanılsamalardan bir başkası, para olmaksızın kimsenin pis işleri yapmayacağı... Bu konunun iyi bir örgütlemeyle aşılması mümkün. Ayrıca burada devreye "motivasyon" konusu da giriyor -ki, dünya sadece parayla dönmüyor! Bu yanılsamanın böyle pis bir yanı var. Yani para olmadı mı dünyanın pislikten geçilmeyeceğini, herşeyin iptidai bir hale geleceğini empoze ediyor -ki gerçek tam tersidir... Dünya bugünün parasından temizlendikten sonra, ancak o zaman sahiden parıldayabilir, dünya da Gökyüzü de ışıldayabilir.

Para, zorunluluk olmaktan çok bir alışkanlıktır. Bu alışkanlığın -sosyalizmde olduğu gibi- sadece devlet örgütlenmeleriyle/kurumlarıyla yukarıdan aşağıya aşılması mümkün değildir (zaten aşılamamıştır da). Farklı bir kapitalizm cinsinden başka birşey olmayan Sosyalizmi ve zihniyetini de aşmak gerekiyor. Ve parasız işleyen yeni üretim/hizmet/dağıtım ağları kurmak (veya eski ilişkileri/ağları bu istikamette dönüştürmek) gerekebilecektir. Bu işlemin devlet tarafından (kısmen de olsa) kontrol edilmekle birlikte, özel inisiyatife bırakılması en doğrusu olacaktır. Şimdinin özel firmalarının kendilerini dönüştürmekte zorlanmamaları ve dinamizmlerini geleceğe doğru başka bir boyutta sürdürebilmeleri, ancak bu sayede mümkün olabilir. (Tabii bu noktada, yeni enerji biçimleri ile devreye girecek üretim/tüketim/yönetim biçimleri ve onların felsefesini hesaba katmadan olmaz)