Anlam krizi ve krizin aşılması hakkında

Evrensel Değerlerden Yerel Değerlere, din ötesi mental köken (II)

Türklerin özgüvenlerini kazandıkları aşamada kendi aralarında yaşadıkları değerler hesaplaşmasının malubu Müslüman muhafazakarlık, belli bir demokrasi geleneği ve tarihine sahip Türkiye'de bu kadar başarılı olabilmesini, sisteme ve zamanın kalitesine özgü iki temel faktöre borçludur. Bunlardan ilki, sosyal-devleti tasfiye eden neoliberal sosyo-ekonomik iklimde, ulusdevletlere özgü bütüncül makro-milliyetçi kimliği taşıyan milli ekonomilerin çözülmesi ve globalleşmenin yeni ikliminde alt kimlikleri ön plana çıkarmanın sosyo-ekonomik bazda kolaylaşmasıdır.
    Müslüman muhafazakarlık, bu süreçte zaman kalitesine uygun olarak İslamcılaşıp "Müslüman kimlik" anlayışının dönemsel yükselişinin daim olacağı sanısıyla milletler ötesi bir "Sünni-ulus" kurmayı denemiştir ve bu girişiminin sosyo-ekonomik imkansızlığını gözardı etmiştir. Bu girişimin son turfandaki zehirli meyvası, Suriye ve Irak'da uluslarötesi global cihadizmin kurduğu "İslam Devleti" oldu.
    1980 sonrası yeni bir modernleşme dönemi yaşayan Türkiye'deki neoliberal kimlikçilik, siyasi anlamda iki temel siyasi alana bölündü. Bunlardan ilki makro ve mikro milliyetçilik, ikincisi ise dincilik şeklinde tezahür etti. Bu anlamda Kürtçülük ve İslamcılık, Türkçülük ve Atatürkçülüğe göre "yeni", hatta "ilerici" diye sunulabilen şeylerdi. Ama Müslüman muhafazakarlığın son hâli İslamcılık, Türkiye'nin neoliberalleşmesiyle birlikte ortaya çıkan mikro-milliyetçi "Kürt kimlikçiliği" sorununa, milliyetçilikler ötesi bir çözüm ve alternatif olmak iddiasıyla yeniden irtifa kazandı.
    Dini duyguların milli duygulardan daha güçlü olduğu ve Türklerle Kürtleri birleştireceği savı artık tamamen çökmüştür ve Müslüman muhafazakarlığın sonunu hazırlayan ilk büyük iflası bu konuda yaşanmıştır. Bir tür "İslam sorunu" haline gelip marjinalleşen Sünnici Müslüman muhafazakarlığın, ideolojik zayıflığına rağmen Türkiye'de bu kadar başarılı olabilmesinin ikinci sofistike nedeni, neoliberal toplumların Soğuk Savaş ardından yaşadıkları yeni anlam krizidir. Sovyet bloğunun çöküşü, kapitalizm ötesi sosyalist yeni bir dünya kurmak fikrinin de çöküşü olarak algılandı. Kooperatist Sovyet tipi kapitalizmin ve Doğu Bloku'nun çöküşü, modern toplumlardaki "Hayatın seküler anlamı" anlayışına önemli bir darbe vurdu. Modern dünyanın dünyevi anlam anlayışı, "daha iyi, yaşanılabilir bir dünya için mücadele etmek" diye özetleyebileceğimiz seküler bir Sol altrüzmden/fedakarlıktan da güç alıyordu. Bu faktörün önemli bir darbe yemesi, aşkın/transandantal hedeflerin küçümsendiği bir neoliberal bireyselleşmeler/kimlikler devrini başlattı. Dincilik, işte anlam krizinin ortaya çıktığı bu aşamada devreye girip tüm zayıflığına ve ilkelliğine rağmen kendine geniş bir yaşam alanı bulabilmiştir.
    İslamcılığın günümüzde içi boşalmış, kimseyi ikna edemeyen bir tür eski Sovyet ideolojisi enkazına dönüşmesi ve yenilmesi, sistemin ürettiği anlam boşluğunu İslamcı ideolojiyle ve İslam dini ile doldurmanın da mümkün olmadığının anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Böyle büyük ve köklü idrak dönemleri, konjonktürleri ve paradigmaları da içeren "Zaman kalitesi" dediğimiz genel mental eğilimler dönemleriyle ilgilidir ve zaman, dinciliklerin ürediği toprağın artık hızla kuruduğu zamandır.
    Neoliberal dönemin kriz ideolojisi işlevi gören İslamcılık, Sol'dan devralmayı denediği "seküler mücadele" geleneğini kendince bir "Cihad"a veye "Hizmet"e dönüştürme aşamasında, her zaman, "Cumhuriyet elitinin milletin değerlerinden koptuğu" savını işledi. Burada kopulduğundan dem vurduğu "değerlerin" sadece vahabiliğe ve selefiliğe yatkın bir Sünni din eğitiminden ibaret olduğu anlaşılmış olsa da, anlam krizi ortada duruyor. Anadolu İslamına benzemeyen bu İslam anlayışının Türkiye'deki Cumhuriyetçi idealist Atatürkçü ilk-modernleşme dalgasının anlam kaybının ardından ortaya çıkması bir tesadüf değildi. Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki idealizm ve "Türkiye'yi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak mücadelesi", idare-i maslahatçı Müslüman muhafazakarlaşmada boğulduktan sonra, laikliğin nasıl kuru bir hale geldiği keşfedildi -daha önce değil. Prosese, zaten bu nedenle "anlam kaybı" diyoruz.
    Kapitalist ülkelerdeki seküler anlam kaybı, sistemin kendi gelişme seyri üzerinde ortaya çıkan bir olgudur ama yaşanan anlam krizine rağmen Müslüman muhafazakarlığın bu krizi çözemediği, alternatif olamadığı, hatta "kuru laiklik"den çok daha hızlı bir şekilde kuruduğu anlaşıldı. Anlam krizinden çıkış, "dinlerin özünü de içeren yeni sekülarizm"i Türkiye için tarif etmekten ve Müslüman muhafazakarlığın yaşadığı mental alanı onun tekelinden kurtarmaktan, elinden almaktan geçiyor. Bu anlamda sadece kuru laiklik değil, İslam ve İslamcılık da aşılmak zorunda.

(Konu yeni bir yazıyla devam edecek)