İslamcılık sonrası yeni dönemin yeni konuları hakkında

Türkiye'de "Yeni Türkiye" kurduklarını ve "asıl devrim"in 2002'de AKP'nin seçilmesiyle olduğunu söyleyenler haksız, ama tamamen haksız değilllerdi. Ama eski Türkiye, sadece eski vesayetçi militarist devletçi anlayışlarından ibaret değildi. Eski Türkiye, bu ülkenin halkının ancak eğitimsiz ve ikinci sınıf feodal bir "milli-dini" biatkar topluluk halinde yönetilebileceğini sanan ve elli yıldır din sömürüsü yapan vasat muhafazakar kesimlerden de oluşuyordu. Eski Türkiye'nin yenilenmesi, asıl 60 yıldır Türkiye'yi yöneten "Müslüman-muhafazakar"ların toplum üzerindeki vesayetinin sona ermesiyle mümkün olabilirdi. Şimdi bunun ucu göründü. Türk tarihinde hiç bir zaman toplumun bu kadar geniş, yarısından fazlasını kapsayan bir kesimi evrensel demokrasiye aktif bir şekilde sahip çıkmamıştı. Geleceğin rengi belli oldu. Nitekim, Gezi İsyanından sonra, Erdoğan ve fan kitlesinin marjinalleşip dünyada yalnızlaştığı bir sürece girildi. Sürdürülmesi her gün zorlaşan bir durum. Toplumu geren bu durumun, demokrasi mücadelesinden yana sonuçlanacağını, en yalaka liberaller bile anlamıştır, zira dünya, bu istikamette gelişmektedir ve muktedir islamcıların Türkiye'ye yeni beton dikmek dışında yapabilecekleri herhangi bir katkı kalmamıştır. İşte tam da bu durumda, yeni dönemin eşiğinde, giderek sağcılaşarak merkez partisi olmaya soyunan CHP'nin merkezinde olduğu gelişmeler önem kazanırken, asıl önemli gündem adayları olarak, yeni dönemin konuları dikkat çekmeye başlıyor. Bu konular arasında "Kürt Sorunu" falan gibi fi tarihinden beri her gazete okuru ve yazarını ilgilendiren konulara değil, postkapitalist konulara çok kısaca değineceğim. Dönem, postkapitalist paradigmanın hüküm sürdüğü bir dönem. Şimdi ekonomiyle değil neoliberal kimlikçilikle daha alakalı "Kürt Sorunu"nun ilk ekonomik krizle birlikte başka adlar takınacağını da şimdiden söyleyebiliriz, Türkiye'nin dış borcunun tüm zamanların rekorunu kırdığını bugün gazeteler yazdı. O halde asıl konuşulacak konu, çok yakında yeniden, kapitalizme has "Ekonomi" olacaktır ve bu noktada ekonomiye çok daha farklı yaklaşmak zorunda kalınacaktır.
Dünyada kapitalist sistemin her on yılda bir çöken "istikrar" grafiğinin daha iyi bir şeyle sonlandırılması, mesela "sosyalist" bir mecraya akışı, "işçi sınıfı" ile falan olmayacaktır. Yüz yıl sonra, haala aynı klişelerle aynı olmayacak dualara ayni aminlerle havanda su dövmek zamanı geçmiştir. Gezi'de şekilde görüldüğü gibi çağın devrimci sınıfı, eğitimli orta sınıflardır ve DP'yi/AP'yi/ANAP'ı/AKP'yi seçen "yoksul halkımız", "Proleterya" falan değildir. Bu konunun iyice anlaşılması ve içselleştirilmesi gerekir. Mesele, kapitalismin dönüştürülüp mecburen ortadan kaldırılmasıdır, kapital sahibi kapitalistlerin değil. Kapitalist sistem sadece kapitalistlerden değil, esasen işçilerden/çalışanlardan oluşur, çünkü sistemi asıl döndürenler ücretli çalışanlardır. Bu ilke, sistemin daha da artacak ve Türkiye'de de daha çok hissedilecek sorunlarını anlamak için kilit önemdedir ve aslında tek tek herkesin değişimi -düşünme biçimini değiştirmesi- ile ilgilidir. Para için her haltı yiyebilen vicdansız muhafazakar bir kitlenin böyle bir değişim/dönüşüm olayını anlayabilmesi bile mümkün değildir (Proleterya da anlayamaz!) ama eğitimli kesim, bu konuları anlayıp, yaratıcı çözümlerle zaman içinde birçok sorunu çözebilir ve çzecektir.
Parlamenter demokrasi, AKP'nin iktidarı tek başına ele alıp kendi kanununu-kuralını uygulamasını sağlayacak bir düzen kurmasına engel olamadığına göre, seçimlerle faşizmin kurulamadığı yeni bir demokrasiye -hatta belki adı bambaşka birşey olan bir düzene- ihtiyaç vardır. Demokrasinin tartışılması ve sosyal medyadaki ana demokrasi damarıyla birleştirilmesi, sosyal medya üzerinden bu yeni devrimci kesimlerin yönetimlere müdahil olabilmesi gerekmektedir. Bu bir şekilde daha şimdiden oluyor, bundan sonra daha sistemli bir hale dönüşebilecektir.
Kapitalist sistemin özelliği, herşeyi ama herşeyi para üzerinden yeniden tarif etmek ve bu şekilde herşeyi metalaştırmaktır -oysa en değerli şeylerin, para ile satın alınamayan, para ile ölçülemeyen şeyler olduğunu biliyoruz. Ne sevgi, ne minnettarlık, ne umut ne de aşk para ile ölçülebilir. Yüksek değerlere odaklanmış bir toplum, parayı -bugünkü haliyle- en azından önemsizleştirmek zorundadır. Ülkelerin bölünmesi, toplumların birbirinden kopmasını dayatan ekonomik olgu, neoliberal dönemde uçurum haline gelen gelir eşitsizlikleridir. Eskiden, o beğenmediğiniz Türkiye'de, yokluklara rağmen bugünkü gelir uçurumları yoktu ve bu sayede zenginlerle fakirler birbiriyle komşuluk yapabiliyorlardı, fark, birini diğerinden utandıracak boyutlarda değildi. Gene o beğenmediğiniz Türkiye'de eğitim ve sağlık hizmetleri bedavaydı -hem de Türkiye bugünküyle kıyaslanamayacak kadar fakir olmasına rağmen. Yeni düzen, neoliberalizmi eleştirip değiştirdikçe, bu eski kazanımları geri alacak bir çizgi kurmak zorunda kalacaktır, zira ortak yanların kaybolmaya başladığı bir toplumu yeniden bir araya getirmenin başka bir yolu -kapitalizm şartları altında- bulunmamaktadır.
Para, günümüzün en büyük fetişi, "Müslüman Türkiye"nin de asıl tanrısıdır. Evlerinden kiloyla para çıkan politikacılara bakmak bile bunu görmek için yeterlidir. İnsan oğlunun en büyük sorunlarının başında da, kapitalizme özgü para biçimi gelmektedir ve bu iyi anlaşılıp, bu konuya, toplumu yeniden birleştirecek istikamette değiştirmek perspektifiyle yaklaşılmazsa, toplumları kendi içinde sürekli yeni kamplara bölen suni sorunlarla başa çıkmakgene zor ve "anlaşılmaz" olacaktır.
Toplum için kollektif ve birteysel hayatın kodları yeniden yazılmak zorunda. Ortak değerleri yeniden tanımlamak, güçlendirmek ve toplumun bütünü için adil ve kabul edilebilir ortak noktaları belirlemek önemli olacaktır. Bu konular, eskisinden daha önemli olacaktır, hele ekonominin bozulduğu aşamalarda yerdımlaşmanın önem kazanabileceği durumlarda.
Bugünkü yaşamımızla her gün her saat kapitalizmi yeniden üretiyoruz. Çünkü kapitalizm bir üretim ilişkisi olmanın ötesinde bir düşünme ve yaşama biçimidir. Mühafazakar betonistler, mutlu olmak için para sahibi olmak şartından yola çıkarken, yeni dönemin insanı, zaman sahibi olmaktan yola çıkacaktır. İnsanların az çalışıp çok yaşadığı, katakullisine göre değil aklına/yaratıcılığına göre ödüllendirildiği, insanların sanat/kültür/aile/sevgi vb gibi daha yüksek ruhsal kaliteye sahip amaçlar için harcayacak daha çok boş zamana sahip olmakla zengin olduklarını anladıkları, zenginliğin bunun sadece para kazanmak koşturmacasıyla olmadığını, asıl zenginliğin ruh zenginliğinden beslenen mutluluk olduğunu anlayacakları bir dönem. Ve bunların sağlanabilmesi için insanların bazı asgari maddi koşullara ulaşımda eşitlenmeleri gerekecek. Tüm bu konular ve daha da fazlaları, islamcılık sonrası yeni dönemin -özellikle Sol tarafından- tartışılan ve uygulanan konuları olması kuvvetle mümkün. O halde geleceğe hazırlanırken, eski kalıpları kırmanın da vakti...