Polonya ve tarihi hakkında notlar


Giderek önem kazanan Polonya ve tarihindeki bu kısa gezintiyi, günümüzde bu ülkeyle ilgilenenleri, Polonya'yı incelemeye özendirmek amacıyla yapıyoruz.

Latince 'Polonia' adıyla ilk kez, 900'lü yılların sonunda ve 11'inci yüzyılın başında karşılaşıyoruz. 'Pol', düz alan ve ekili tarla anlamında kullanılan bir söz. Polonya aslen, büyük bir ova zaten.
Romalılar, miladi ilk yıllarda, bugünkü Polonya'daki Truso şehrinden söz ediyorlar. Daha öncesinde Rum düşünürlerin, 6'ıncı yüzyılda bu bölgeye, sırf Slavlar nedeniyle (Doğu Avrupa ve Balkanlara) ilgi duyduklarını biliyoruz. Slavlar, tıpkı Türkler gibi tek etnik kökene dayanmayan bir kültür birliği ve Slavların dışından onların yaşam bölgesine katılanları slavlaştırıp kendilerine entegre ediyorlar.

Slavlar, yerleşik bir kültür, tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar, savaş ve kriz zamanları dışında Batı Avrupalılar gibi prenslikler kurmuyorlarlar, buna yatkın değiller. Kendi aralarında demokratik sayılabilecek bir karar/yönetim anlayışları var. Bu özellikleri, Batı ile ilişkileri arttıkça değişiyor. Ve daha sonra Polonya diye adlandırılacak bölgede, 'regiones' ve 'civitates' diye adlandırılan, Batı Avrupa'ya benzer birimler ortaya çıkıyor. Krakau çevresi bu anlamda anılan ilk yerlerden birincisi.
Polonya'nın ilk ortaya çıkması aşamasında bir söylenceden de bahsetmeliyiz. 12'inci yüzyılda anonim Gallus kroniğinde anlatıldığı haliyle, Polonyalıların (Lehlerin) kurucu atası sayabileceğimiz Piast ve oğlu, yerel hükümdarı kovarak yerine geçiyorlar ve Polonya'nın tarihini başlatıyorlar. Piast hanedanının tarihi genellikle 922 yılında başlatılıyor. Fakat bu dönemde komşu bölgelerde de benzeri şekilde prensliklerin ortaya çıktığı görülüyor, mesela Bohemya'da.
Burada inançsal bakımdan bazı ilginç değişikliklere de dikkat çekelim -çünkü sözünü ettiğimiz yeniliklere paralel olarak ortaya çıkıyorlar.
Bu dönemde yerel çok tanrılı kültlerde Tanrı sayısının hızla azalarak, Slav bütünü içinde belli bir hiyerarşi içinde tarif edilmeye başladıkları, belli 'Kutsal yerler'in ortaya çıktığı, bu yerlerde savaş ganimetlerinin veya kutsal eşyaların toplandığı, giderek Tanrı sayısının azaldığını ve nihayet az sayıda Gök ve Yer tanrıları olarak yeni bir inanç sistemi oluşturdukları görülüyor. Göğe hükmeden asıl tanrılar (Perun) ve yere hükmeden diğer tanrılar (Veles) ve onların rahiplerinden kurulu inanç sistemi belirginleşiyor.
Polonyalılar 9'uncu yüzyılda, daha sonraki şekli alacak Polonya'nın yapısal çekirdeğini kuruyorlar ve Bohemyalılarla ittifaklar oluşturuyorlar. Bu ittifakın en önemli sonucu, Bohemya hükümdarının kızının düğününde Polonya hükümdarı Mieszko'nun Hristiyanlığı kabul etmesi ve ilk Hristiyan misyonerlerin 968'de Polonya'ya gelmeleridir.
Polonya'nın sınırları ilk kez 922 yılında tarif edilmiş. Doğusunda 'Rus'un olduğu, batısında da Oder nehrinin bulunduğu belirtiliyor.
1031'de ilk kez 'Rus'un önemli bir rol oynadığını görüyoruz. 'Rus'un müdahalesiyle, ölen Polonya kralı Boleslav'ın yerine -kararlaştırıldığı gibi- oğlu II. Mieszko değil, kralın evlilik dışı oğlu Bezprym geçiyor. Bu çocuk, hem de tıpkı Anadolu'daki Fetret devrin'de yaşandığı gibi ve daha sonra mesela Cem sultan'ın yaptığı gibi, 'Kral benim' diye peşinen piyasaya çıkıyor. İkibuçuk yıl sonra ölen bu kralın oğlunun tahta çıkmasının ardından, ona karşı büyük bir ayaklanma hareketi başlıyor ve ayaklananlar yer yer kiliseleri yakıp, yerine eski tapınakları yeniden kuruyorlar.
11'inci yüzyıla gelindiğinde bile, sadece kralın ve devlet elitinin Hristiyan olduklarını, halkın eski yerel dinlerini sürdürdükleri görülüyor. Buna rağmen ülkede bir kiliseler ağı mevcut ve kiliselerin yerel küçük cemaatleri var. Kral bu cemaatlere dayanıyor ve onları kendi hedefleri için mobilize edebiliyor. Bunun bazı sonuçları da oluyor elbette. Mesela 11'inci yüzyılın ikinci yarısında, papazların üslendikleri/kaldıkları merkezler ve onlar arasında iyi bir ulaşım ağı kuruluyor. Bu ağ, elbette sarayın da kullandığı bir ağ ve Polonyalılar bu Katolik Hristiyan örgütlenmenin kontrolünde Slavlıktan giderek uzaklaşıyorlar. Bunun en önemli sonucu, Polonyalıların savaşçı karakterini giderek kaybetmesi, koyu Hristiyan bir bürokrasiyle yönetilmeye başlamaları, papazlara devlet görevlisi gibi (mesela vergi toplama) haklar tanımaları.
III. Boleslav, taht kavgasını önlemek için ülkeyi dört büyük oğlu arasında paylaştırıyor ve yerel prenslikler o zaman ortaya çıkıyor. Bu konuda Batı Avrupa'dan kopya çektikleri kesin. III. Boleslav, ordunun baş komutanlığını bırakmıyor ve hukukun başı olmaya devam ediyor. Ayrıca sikke/para bastırma yetkisi tekelini de sürdürüyor. Bölgelerin üst kralı oluyor. O ölünce oğlu II. Vladislav, 1105'de bu görevi devralıyor. Başkent Krakau. 12'inci yüzyılda Alman hukukunu (ius teutonikum) kabul ediyorlar. 1241'de Şlezyalılara yeniliyorlar ve ülke üç küçük prens arasında taksim ediliyor.
13'üncü yüzyılda, iki Polonya hükümdarı, hükümdarlık iddiasıyla birbiriyle savaşıyor. Ancak 14'üncü yüzyılın şafağında birleşebiliyorlar.
1387'de Polonya ve Osmanlı Türkiye'si ilk kez komşu oluyorlar. İki yıl sonra Polonyalılar ilk kez Kosova savaşında Türklere karşı savaşan koalisyona katıliyorlar.
15'inci yüzyılda Prusyalı şovalyelerin etkisinden kurtulan Polonya, 1569'da Litvanya'yla birleşerek büyük bir devlet oluyor ve en önemlisi o dönemin en büyük Avrupalı devleti haline geliyor.
1620'de Çeçora savaşında Polonyalılar Türklere yeniliyorlar. Onun ardından yapılan Hotin savaşında ise iki taraf da zayıf düşerek savaşı bırakıyor ve savaş "berabere" sonuçlaniyor!..
Polonya'da bir asiller cumhuriyeti kuruluyor. Bu önemli. Çünkü günümüzde de, Avrupa tarihinin ilk modern devleti, bu Polonya devleti sayılıyor. 17'inci ve 18'inci yüzyılda krizlerle geçiyor, çünkü sürekli İsvaç krallığı ve Osmanlı İmparatorluğu ile savaşıyorlar. Ayrıca Rusya ve Prusya ile, diğer bazı Alman prenslikleriyle de savaşmak zorunda kalıyorlar (-zorunda kalıyorlar diyoruz, çünkü Polonyalılar,
Prusyalılar ve Türkler gibi pek savaş meraklısı değiller!) Polonya o dönem sürekli Kırım Tatarlarının ve Kozakların akınlarına maruz kalıyor.
Polonya, Avrupa'nın bilinen ilk modern Anayasa'sını 1791'de kabul etmesine rağmen ülke zayıflıyor ve nihayet Prusya, Avusturya ve Rusya arasında paylaşılıyor.
Polonyalıların başına daha sonra da gelen bu paylaşılma meselesi, onların en büyük korkusunu teşkil ediyor: Ruslar ve Almanlar tarafından paylaşılmak korkusu!
Napoleon Bonaparte'ın baskısı üzerine, Polonya'yı paylaşanlar 1807'de Varşova'da bir Polonya prensliğinin yeniden kurulmasına "izin" veriyorlar. Napoleon'un duman edilmesinden sonra yapılan meşhur Viyana konferansında Polonya gene, bir küçük bölge dışında tamamen Rus ve Alman bölgesi ilan ediliyor. 1830'de Ruslara karşı ayaklanıyorlar, ama yenilip yoğun bir Ruslaştırma ve Almanlaştırma kampanyasına maruz kalıyorlar. Bu savaşta yenilenlerden bir grup Polonyalı İstanbul'a sığınıp bugünkü Polonezköyü kuruyor. Bu arada Nazım Hikmet'in dedesinin, o dönemde Türkiye'ye gelen ve daha sonra bir Osmanlı Paşası olan Polonyalılardan
Konstantin Borzecki olduğunu da hatırlatalım. 1863'deki başarısız ikinci ayaklanmadan sonra ise, 'Polonya'nın adı bile yasaklanıyor!
Bu yoğun asimilasyon politikasından kurtulabilen Polonyalıların yaşadığı tek yer, Avusturya-Macaristan bçlgesindekiler oluyor ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1918 Kasımında Polonya, oradan yeniden doğuyor.
İkinci Dünya Savaşında Polonya'nın Hitler ve Stalin arasında nasıl paylaşıldığını, proleter devrimci "yoldaşlar" dahil herkes bilir!.. Ama "Marksist usta"ları Stalin'in Katyn ormanında yirmibin Polonyalıyı nasıl öldürttüğünü bilmezler -idi. Şimdi biliyor olmalılar! Ve son Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski'nin uçağı, tam da o katliamın yapıldığı yerde düştü. Onunla birlikte bazı önemli bakan ve politikacılar, genelkurmay başkanı, kazada öldüler. Kazadan sonra piyasaya çıkan bir internet filminde, düşen uçkata sağ kalanların Ruslar tarafından öldürüldüğünü ima eden kareler vardı. Doğruluğu kanıtlanmadı, ama filmi cep telefonuyla çeken Rus öldürüldü. Polonya, faşizan bir tekadam örneği olan Putin'in eski usul yayılmacı emellerinin yol üzerinde bulunuyor. Polonya, her zaman Rusya'nın tehdidi altında yaşadı ve Ukrayna'nın yeniden Rus etkisine geri dönemesinin ardından yeniden Rus tehdidini yoğun hissetmeye başladı.