2010 yılının zaman kaliteleri hakkında
'Zaman kalitesi' kavramını, toplumların/halkların mental eğilimlerini ifade etmek için kullanıyoruz.
2008 yılında Şubat ayından itibaren ilk belirtilerini gösteren, yıl ortasında eski kalitelerin yeniden göründüğü ve yıl sonunda yeni kalitelerin devreye girdiği, 2024 yılına kadar sürecek yepyeni bir döneme girildiğini daha önce belirtmiştik. Zaman kalitesi bakımından 250 yılda bir yaşanan bu çok özel ve devrimci/dönüştürücü döneme has tipik özellikler, 2009 yılı sonuna doğru belirginleşti.
Bu zaman kalitesine tarihten örnek vermek için, çeğrek binyıl öncesine bakmak zorundayız. Benzeri bir dönemin 1762-1778 arasında yaşandığını söyleyebiliriz. Bu dönemde, bugün anladığımız anlamda kapitalist sistem doğmuştu. Akla hemen Adam Smith ve liberalizm geliyor. Bu süre içinde Liberal kapitalizm, ondan önceki Merkantelizmin yerini almıştır. Amerikan devrimi ve daha sonra da Fransız devrimi, bu süreci pekiştirici ve siyasi olarak bir sonraki dönemi belirleyici hareketler olarak ortaya çıkmışlardır.
Şimdi benzer kalitede bir dönemin (geçiş dönemi 2008'i saymazsak) ikinci yılına giriyoruz. Dönüştürücü etkinin en güçlü olduğu dönem, muhtemelen, gelecek yıl ile 2014 yılları arasındaki süre olacaktır.
Bu etkilerin gelişme yönünü, çok özel bir dönem olan 2008 Ağustos ayı ile 2009 Aralık sonu arasındaki fikirsel/mental değişime bakarak anlamak mümkün.
Burada eski güç dengelerinin artık belirgin bir şekilde değişeceği, tersine döneceği, hatta bunun da ötesinde, eski düzenin yerini alacak yeni düzenin ilk tasavvurlarının giderek kristallenmeye başlayacağı yeni bir yıldan bahsediyoruz. 2010 yılı, konunun teorik boyutunun daha iyi anlaşılmaya başlandığı, ama pratik boyutunun da ilk tohumlarının atıldığı kilit yıl olabilir. Bu yüzden, önemli bir yıl olacağını söyleyebiliriz. Yeni düzenin yeşerip filizlenmesi ise belki yıl sonundan itibaren, önümüzdeki yılda yaşanabilecektir. Bu yıl kesinlik kazanabilecek en önemli konu, (Dünyada ve Türkiye'de) bu şekilde devam etmenin artık mümkün olmadığının 'aktif' bir şekilde anlaşılacak olmasıdır.
Bu yıl, bundan önceki çeğrek binyıla -mental anlamda- veda etme yılı olabilir.
Bu değişimin ilkyönünü en genel anlamda ifade edecek olursak:
Dünyadaki Amerikan merkezli Batı hakimiyetinin...
Neoliberal kapitalizmin...
Ve 60 yıllık liberal/neoliberal Amerikan çağının Türkiye'deki siyasi ifadesinin...
Sona ermesidir, diyebiliriz.
Onlar süreç içinde sonaeredursun, geleceğin dünyasının da bu süreçte belirginleşip Dünyaya/Türkiye'ye nasıl hakim olabileceğinin görülebileceğini söyleyebiliriz.
Önümüzdeki 250 yılın ana fikir ne olabilir?
Bunu şimdiden konuşmak pek de yararlı olmayabilir -çünkü mesela 1762 yılında atsız otomobillerden, herkese kredi kartı gibi konulardan, hatta elektrikten konuşmak nasıl garip karşılanır idiyse, kapitalizm diye bir sistemden bahsetmek nasıl abes idiyse (bu terim, çok sonra ortaya çıkmıştır) şimdi de bazı belirleyici kavramlar üzerinde durmak için erkendir. Ama (önümüzdeki 14 yıllık geçişin ardından başlayacak) yeni 250 yıl içinde dünyanın; farklı normları baz alan farklı uygarlıkların yaşadığı -daha az nüfuslu- daha temiz ve yeşil, çok daha renkli, karakterli ve huzurlu bir yer olacağını yüksek sesle söyleyebiliriz.
O kadar uzaklara gitmeden, önümüzdeki 14 yıllık kısa geçiş/değişim döneminin ikinci yılı 2010'un temel konusu, yeni sosyo-ekonomik düzenin ilk nüvesinin ortaya çıkması olabilir dedik. Elbette bu, çoğunluk tarafından algılanmayabilecektir, ama duyarlılığı yüksek entelektüel/mistik/sanatsal çevrelerde mutlaka bir karşılığı olabilir. Zaten bu istikamette belli çabalar ve gelişmeler dünyada mevcuttur. Bu çabalar bir sonuç verebilir. Hayatı ekonomi/para odaklı bir koşuşturmaca, bir rekabet haline getiren ruhsuz sistemden kurtulmak, aklı başında her insanın amacı. Bu bağlamda 2010 Ağustosundan itibaren, -şimdiye dek önünde sanki bir takozla yokuş aşağı hareketsiz duran bazı gelişmeler, o takozun oradan çekilmesiyle artık harekete geçebilirler. Bu hareket, başta eski neoliberal düzenin temsilcileri/fikirleri olmak üzere birçok alanda ezici bir etki yaratabilir.
Durum daha da ilginç olabilir. Türkiye, 2010'un Ocak ayı sonundan başlayarak 2011 sonuna kadar sürecek yeni bir aşamada, tarihinin en yaratıcı dönemlerinden birini yaşayabilir. Bu dönem önemli olduğu için, bu dönemin barış içinde yaşanmasını ve içeriğini özellikle konuşmak gerekiyor. Bu bir yaratıcı değişim dönemi gibi görünüyor. Türkiye bu değişimle birlikte, şimdi olduğundan çok daha önemli bir ülke olabilecektir ve bu durumun getirdiği bazı sorumluluklar, özellikle yükselen Makul Muhalefetin daha dikkatli, çalışkan ve daha kaliteli olmasını gerektirebilir. Bu dönemin çok önemli özelliği, mutlaka çaba gösterilmesi gerektiğidir. Ortalık krizlenirken Türkiye'nin -fırtınanın gözündeki sessizlik misali- rahat bir konumda bulunması, bazılarının bir tür rehavete kapılmasını sağlayabilir. Böyle olmamalı... Türkler, eğer dünyada artık gerçekten ciddiye alınan bir halk olmak istiyorlarsa sözkonusu süre zarfında uyumamalılar.
Bu süre içinde bir genel seçim ihtimali de bulunduğundan, seçim sonrasında oldukça yaratıcı değişiklikler olabileceği ihtimali hayli yüksek görünüyor.
Şubat ayında Türkiye'nin önünde, çok sakin -kavgasız- bir kısa dönem var. Bu dönem, kavga etmeden birarada önemli ortak/genel hedeflere odaklanmanın öğrenilebileceği/sınanabileceği bir kısa aralık olabilir. En kanlı-bıçaklı olan çevrelerin bile biraraya gelip 'çatışmadıkları ortak teknik' konuları olsun konuşabilecekleri bir atmosfer kurmak için çabalamak, bu güzel dönemin hedefi olabilir. (Bu tıpkı, kapışan iki dövüşçünün, teneffüste centilmenlik buluşması gibi bir durum olabilir, öyle anlaşılabilir)
Türkiye'de nesnellik, insani/yüksek değerlere sadık kalmak ve düşünsel anlamda da evrensel yüksek kaliteyi esas alma çabası bir zafer kazanmıştır. Zafer, kuşkusuz bu dönemde siyasi anlamda da tescil edilecektir. Bazıları Türklerin bu sert çatışmalarının kötü olduğunu, sınır tanımadığını söyler (ki maalesef doğrudur!) ama du durum, aynı zamanda büyük bir mobilite, değişkenlik ve dayanıklılık üretmektedir. Şimdi bu enerjiyi -bütüne hizmet edecek şekilde- başka alanlara kanalize edebilmenin vakti gelmiş olabilir. Türkiye, fırtınanın gözündeki sakinliği sadece yeni kaliteler geliştirmek için kullanmayıp, bu güzel dönemi kutlamayı da bilmeli, sanat ve kültüre özel önem vermeli. Bunun için büyük fırsatlar var: İstanbul 2010'da Avrupa Kültür Başkenti ilan edildi. Ayrıca bu yıl Türkiye'de Japon yılıdır. Böyle güzel "tesadüfler"i değerlendirmek şart.
2010 yılı Türkiye için, dünya geneliyle kıyaslandığında oldukça olumlu/yaratıcı bir yıl olabilir. Fakat bu olumlu atmosferde gelişmelerin genel eğilimlerini gözden kaçırmamak gerekiyor. O eğilimler; ABD'nin, neoliberalizmin, etnikçiliğin ve dinciliğin aleyhine işlemektedir.