Sosyal hayatta güzelliğin yitimi ve güzel olmayan sanatlar
Onca siyasi çatışmanın, kamplaşmanın ortasında güzellikle ilgilenmek bazılarına lüzumsuz gelebilir. Hiç de öyle değil. Güzelliğin pek önemsenmeyip lüks sayıldığı, fonksiyonel bir dünyada yaşıyoruz ve bunun insanlık için ne demek olduğuna kısaca değinmek zorundayız.
En geniş anlamda güzelliğin, bir tür mükemmellik olduğunu söyleyerek başlayabiliriz. Herkesin kabul edebileceği, hayranlık uyandıran şeyleri ve halleri ifade ederken kullandığımız temel sıfattır güzellik. Platon, 'Phaidros' adlı eserinde güzelliği, 'göz alıcı parlaklık' diye tanımlıyor ve 'ideal olanın görünebilir hali' olduğu üzerinde duruyor. Binlerce yıldır tartışılmasına rağmen, güzelliğin kesin bir tanımı yok ve bu da onun tanrısal/kutsal bir karaktere sahip olduğuna işaret sayılıyor. En azından Johann Gottlieb Fichte bu görüştedir. Alman düşünür, güzelliği üçe ayırıyor: Tanrısal güzellik, doğal güzellik ve sanatsal güzellik.
Dünyanın bütün şehirleri birbirine benziyor. Aynı gökdelenler, aynı yollar, aynı otomobiller... İnsanların giyim-kuşamı da dünyanın hemen her yerinde aşağı yukarı aynı. Günlük hayatı belirleyen sosyal faktörler güzel veya estetik değiller. Günün sekiz saatini alan iş hayatının ve ekonominin güzellikle pek alakası olmadığı malum. Politika da, para kazanmak da estetik değiller. Modern günlük hayatta estetik güzellik, kapitalist yaşam biçimine hakim -para odaklı- fonksiyonelliği daha katlanılır kılan lüks bir ambalaj olarak anlaşılıyor genellikle. Endüstriyel dizaynın, eğlence ve reklam dünyalarının ürettiği güzellik ve sanat, asla eskinin sanatı gibi olmuyor. Sanki çok önemli birşey eksik. Bu nedenle, biteviye şehirlerin ve yolların kuşattığı günümüz dünyasında artık sadece cılız, ruhsuz bir güzellikten sözedebiliyoruz.
Güzelliğin önemini kaybetmesi, küçümsenmesi ve düşüşü yeni değil. Hans-Georg Gademar gibi düşünürlerin, 'Güzelliğe saldırı' diye nitelediği bu durum, güzelliğin insan tarafından üretilen türü demek olan sanatın geçirdiği aşamalarda da gözlemlenebiliyor. Yeni sanatın cansızlığı, sönüklüğü, birçok insanın dikkatini çekiyor. Günümüzde adına 'Güzel sanatlar' denen alana, 'Güzel olmayan sanatlar' diyenlerin sayısı da artıyor. Odo Marquard bu fikirde (Bkz.: Robert Jauss, 'Die nicht mehr schönen Künste' Münih 1968). Bir diğer sanat kuramcısı Gademar ise, 'artık güzel olmayan sanatlar'ı anlatırken, güzelliğin düşüşünün hangi aşamalardan geçtiği üzerinde özellikle duruyor.
Romantiklerin güzelliğe 'Karakter'i alternatif olarak sunmasıyla başlayan bir gelişme bu. Hegelci Karl Rosenkranz'ın 'Çirkinliğin estetiği' kuramıyla devam eden ve nihayet Natüralizm'e varan, oradan Kübizm ve Espresyonizm ile kuramsal zirvesine çıkan bir değişim. Gademar, bu değişimin son durağını, müzelere ve sergi salonlarına sıkışmış 'müzeal Klasisizm' diye tanımlıyor ('Die Aktualitaet des Schönen' Stuttgart 1977).
Eski Mısırlı sanatçılar piramitlerde sergi açıyorlar mıydı acaba? Kuşkusuz hayır! Günümüz sanatının vardığı -tarihte benzersiz- absürd nokta, sanatın yaşamdan tamamen koparak sanata ayrılmış alanlara (Reservat/reservation) müzelere, konser ve sergi salonlarına vb. hapsedilmiş olmasıdır. Daha kötüsü, günümüzde bir şeyin sanat sayılabilmesi için, sanata ayrılan o alanda sergilenmesi yeterli sayılmaktadır. Bu alan, 'sanattan anlayanlar'ın dünyasıdır ve Lev Tolstoy'un tanımladığı sanat anlayışına uymamaktadır. Büyük Rus yazar ve düşünüre göre, 'sadece bir kesimin anladığı sanat sanat değildir' ('Sanat nedir?'1897, İstanbul 2007).
Tolstoy'un tanımı önemli, çünkü sanat, esasen güzelliğin ifadesiyle, güzellik duygusunun bir insandan diğerlerine geçişiyle ilgilidir ve bu kural, her normal insan için geçerlidir. Modern (kapitalist) toplumda herşey, kendi içinde homojen olduğu varsayılan birbirinden ayrı kategoriler dahilinde değerlendiriliyor. Mesela Ekonomi, politikadan ayrı bir kategori sayılıyor. Ama eski toplumlarda sosyal hayatın, kategorilere bölünmüş bir şekilde değerlendirildiğine dair belirgin işaretler bulunmuyor. Kulağa belki absürd gelecek ama; eski toplumlarda iş zamanı ve boş zamanıyla hayat bir bütündür, yapılan işin bir estetiği/adabı vardır ve toplumun bütününü yansıtan o estetik/sanat kutsaldır aynı zamanda, yani dinle de alakalıdır. Eski toplumlarda bunlar birbirinden ayrı değerlendirilmez.
Bugün adına 'Kültür' diyerek sanattan bile ayrı değerlendirdiğimiz sözcüğün Latincesi 'Cultus', hem tarım hem de 'yaşam türü' anlamında kullanılmaktaydı. Bu sözcüğün diğer anlamları şunlardır: İbadet, ekim, eğitim, giyim-kuşam. Sadece bu bile, eskiden 'Anadolu Kültürü' dendiği zaman neyin anlaşıldığını göstermektedir. Tarihte kültür ve sanat, asla hayattan kopuk ayrı bir kategori olarak değerlendirilmemiştir. Sırf eski olduğu için birşeylerin değerli sayıldığı, en güzel ve değerli olduğu söylenen sanat eserlerinin müzelerde saklandığı, eskiyi fetişleştiren bir kültür ve uygarlık tarihte hiç varolmamıştır. Sıradan bir yağ kandilinin, bin yıl öncesinden kaldığı için değerli -hatta güzel- sayılması, tarihte sadece modern zamanlara mahsus bir olgudur. Bugünün koruma altındaki tüm 'tarihi' yapıları gibi Topkapı Sarayı'nın da, ilk yapıldığı yıllardan başlayarak sürekli yenilendiğini, değiştirildiğini biliyoruz. Günümüzün 'tarihi' binaları Avrupa'da 19'uncu yüzyıldan itibaren konserve edilmeye başlandılar. Üzerlerinde yapılacak en küçük değişiklikler bile yasaklandı. 1893'te inşa edilen Dolapdere Ortodoks Rum Evangelistria kilisesi örneğine ve onun 'tarihi yapı' sayıldığı tarihe bakarak, konserve devrinin Türkiye'de, Avrupa'dan çok sonra başladığı söylenebilir.
Kültür ve sanat, tarihte her zaman bir şimdiki zaman konusu olmuştur. Geçmişi şimdiden ayrı/farklı değerlendirip, kendini geçmişten soyutlayan ve geçmişi müzelere tıkan anlayış, insanın yaşayan tarihinden kopuşu, Fransız İhtilali'nden sonra dünyaya hakim olan modern kapitalizme özgü bir anlayıştır. Anlaşıldığı kadarıyla bu anlayışın kökeni de, ekonominin hayatın geri kalanından ayrı değerlendirilmesi anafikrine dayanmaktadır. Her alanı homojen kategorilere ayırmaya meyilli bu anlayış, sanat ve kültürü günlük yaşamdan rahatlıkla ayırabilmekte, dolayısıyla güzelliği de günlük hayatın dışında bir yerde değerlendirebilmektedir. Günlük hayat 'önemli' bir konuya ayrılmıştır: Para kazanmaya. Ekonomi de politika da bu yüzden güzellikten daha önemlidir! Öyle midir?
Nitelikten/kaliteden ziyade niceliği/çokluğu önemseyen ve kitlesel eğitim denen şeyi icad eden yeni endüstri toplumunun modern insanı, kendini tarihin ötesinde bir yere koyarak, önceki tarihe yukarıdan bakmıştır. Bu haliyle güzelliğin düşüşü; insanlara aynı normları eğitimle vererek özgünlüğü mütemadiyen törpüleyen modern eğitimle ilgili bir durumdur aynı zamanda. Gademar'ın deyimiyle, 'Güzelliğin düşüş tarihi, (yeni ortaya çıkan) modern vatandaş (Bürger/citizen) tarafından düşürülüşünün tarihidir.' Güzellik, ideal bir kültür/sanat anlayışından kuşkusuz çok daha önemlidir.
Güzellik önemlidir, çünkü insanın ruhsal özgürlüğüyle/yükselişiyle, ulaşmayı amaçladığı mükemmelin, harmoninin tasavvuruyla ilgili çok önemli bir faktördür. İnsan hayatı, çeşitli şekillerde mükemmeli arar ve ona öykünür. İnsanın insan olması macerası da bu durumla doğrudan ilgilidir. Güzellik, iyilik ve özgürlük ile birlikte, insanın mükemmelleşmek amacının temel sütunlarından biridir. Eski sanat eserlerinin çoğunun aynı zamanda kutsallıkla ilgili oluşu bir tesadüf olmamalı.
Güzelliğin ilk kaynağı her zaman, özgür doğanın mükemmelliği olmuştur. Mesela tüm betonlaşmaya rağmen İstanbul'un güzelliğinin bozulamaması, şehrin Boğaz, Marmara ve Haliç'le şekillenen doğal çizgilerinin değiştirilememesinden geliyor. Modern toplumların bozduğu, kirlettiği, beton ve asfaltla kapladığı doğanın özgürlüğünü geri kazanması, dolaylı olarak insanın ruhsal güzelliğini, iç huzurunu ve kalıcı mutluluğunu geri kazanmasıyla ilintili görünüyor. Ama lüks ilan edilen güzelliğin tüm haşmetiyle dünyaya geri dönüşü, köksüz/tarihsiz modern insan formatının, yani mütemadiyen krizlere giren kapitalist yaşam tarzının akıllı yöntemlerle aşılmasıyla mümkün olabilir. Niteliğin niceliğin/biteviyeliğin önüne geçtiği, para/piyasa dar kalıplarını aşan özgün ve özgür bir dünyanın, aynı zamanda güzelliğin de dünyası olabileceğini söylemek yanlış olmasa gerek.