Türkiye’nin İbn Haldun’cu anlamda ‘Asabiyet’ haritası ne alemde? (13)


Matematikçi/tarihçi Peter Turchin, İbn Haldun’un ünlü eseri “Mukaddime”de enine boyuna değindiği ‘Asabiyet’ terimini esas alan ‘Kliodinamik’ metodunu kurmuş olan kişi. “Tarihi, 20’inci yüzyılda “doğal” sayılan diyalektik linear gelişmeler ötesinde, döngüler üzerinden okumaya” odaklanan Kliodinamik, 2020 sonrasından başlayarak değişmekte olan Paradigmaya uygun bir “tarihe yaklaşım tarzı” olarak dikkat çekiyor. Daha 2012’de, “Maya Takviminin ve Dünanın Sonu” korkularını, “2012 bir şey değil, asıl 2020’den sonrası fena” diye yorumlamış biri Turchin. Tarihte sadece geçmişe değil, geleceğe doğru da bakabilmek için, zamanın ruhuna uygun yeni metodların giderek popülerleşmesi doğal. Astrolojinin (ve ülkeleri/tarihi esas alan ‘Mundan Astroloji’nin) polüler hale gelmesinin nedenlerinden biri de böyle bir şey.

Peter Turchin’in fikirleriyle ilgilenirken, son kitabı “End Times”ı ve kitap hakkında yazılmış bir eleştiri kitabını okudum. Turchin, karmaşık modeli ile toplumların tarihi süreçteki dinamiklerinin matematiksel modelini çıkarıp onları istatistikler üzerinden geçmişe ve geleceğe doğru yorumluyor. Tabii asıl konu, İbn Haldun’un ‘Asabiyet’ terimiyle, yani toplumların dayanışma/yardımlaşma/birlik dinamiğinin yükselip alçalması ile ilgili olunca, insanın aklına hemen, Francis Marion-Crawford’un geçen hafta okuduğum “1890’larda istanbul” kitabında da bahsettiği o terim yeniden geliyor: Rusların Dünyaya malettiği “Boğaziçi’ndeki hasta adam” terimi. 

Francis Marion-Crawford, 19’uncu yüzyıl versiyonuna şahit olduğu İstanbul’da, şehrin o muazzam canlılığını Galata Köprüsü trafiğini seyredip bir kez daha yaşarken, köprüye yanaşan vapurlar, kayıklar, geçiş ücreti ödeyip köprüden gelip geçen renkli kalabalığa bakıp, “İstanbul, ‘Hasta Adam’dan başka herşey” diyordu. İstanbul, Turchin’in bahsettiği o sağlıklı ‘Asabiyet’e rağmen büyük bir güç yitimi yaşadı -veya yaşadı mı? İstanbul, Turchin’in deyimiyle “her emperyal halkın sahip olduğu”, çok canlı özverili ve sağlıklı bir dayanışma/yardımlaşma kültürüne, yani ‘Asabiyet’e sahipti/sahip (Eski İslam kültürü, halkın ‘Asabiyet’ dinamiğini “batıl” saydığından, negatif bir faktör olarak kategorize ediyor). Turchin, sağlıklı ve güçlü ‘Asabiyet’in, daima bir tür merkez/odak teşkil ettiğini, imparatorlukların o merkez halklar etrafında şekillendiklerini anlatıyor. ‘Asabiyet’in korunması için, farklı komşu etnik/dini bütünlerle çatışma/gerginlik içinde olması gerekiyor. Emperyal halklar, ‘Asabiyet’ üreten çatışma sınırlarını kendilerinden uzaklaştırmak için genişliyorlar ve bir zaman sonra ‘Asabiyet’lerini (canlılıklarını) kaybediyorlar. Bu da sonun başlangıcı demek.

Turchin’i ilginç kılan, çok boyutlu bir matris gibi incelediği tarihin çeşitli döngülerine bakarak, mesela ABD’nin sonunu ilan etmiş olması. Öngörüsünü anlatmak için öne sürdüğü gerekçeler bir değil beş değil, oldukça çeşitli alanlardaki dönüşümlerle ilgili, tabii esasen bazı temel kurallara dayanıyor ve onlardan biri, “Elitlerin/zenginlerin sayısının, halkla oranlandığında, gereğinden fazla (finanse edilebilir olmak ötesi) artması.” Sunî bir şekilde zengin/elit artışı ve halkı birleştiren, ‘Asabiyet’in aşınması ile, elitler arasında ve yukarıdakilerle halk arasında ikilik çıkıyor. Hiçbir ülkenin hayrına olmayan gelişmeler.

Türkiye, Turchin’in dikkat çektiği “fazla elit üretimi”nden muzdarip (burada “Elit”ten, “sonradan hızla olma/görme yeni zenginler”i kastediyorum). Fransız İhtilali öncesi Fransa’sında, onca salgın hastalık ve felaketten çoğalarak çıkan “asiller”in göze batarak nasıl nefret objelerine dönüştüklerini Turchin kitaplarında ayrıntılarıyla anlatıyor ve bu elitlerle halk arasındaki sağlıklı ‘orantı’nın önemine dikkat çekiyor. Türkiye’yi Turchin’in karmaşık yöntemleriyle inceleyip denetleyecek/yorumlayacak yaklaşımlar henüz yok. Sol ve Sağ’dan olsun, hâlâ, “çağdışı”, “ileri-geri” gibi 1945 sonrasının linear kategorilerini temsil eden terimler kullanılıyor, veya tarih/sosyoloji/siyaset/mistisizm konularında inanılmaz derecede sığ Astrologların yorumlarına bel bağlanıyor. Yılbaşı programlarının baş konukları da Astrologlar, ama bunun çok anlaşılabilir bir nedeni var: Konulara linear eski anlayışlardan farklı olarak dönüşümlü/yeni bir yerden bakanlar şimdilik sadece onlar malesef. 

Türkler en son Van depremi sonrasında, muazzam bir dayanışma/birliktelik örneği gösterdiler, ama (devlete güvenemedikleri için) yardımların özel/kişisel bazda aylar boyu sürdürülmesi mümkün olmadı. İbn Haldun’un koca Mukaddime’sini adadığı ve sayesinde Turchin’in toplumların geleceği hakkında isabetli öngörüler yapabildiği ‘Asabiyet’, mesela Türkiye’de ne alemde? İbn Haldun Kuzey Afrikalı Müslüman bir düşünür. Konuyla (ve benzeri konularla) -yeni Çağın yeni paradigmasını gözönünde bulundurarak- ilgilenecek yeni ilimci/bilimci kadınlara adamlara ihtiyaç olduğu görünüyor…

Kuralları kendi cibiliyetine uyduramayanlar

Bugün, bir zamanlar "Alışırsınız alışırsınız" diye başlayan, "her kuralı kendi cibiliyetine uydurmak" zihniyetinin gençliğe sirayet etmiş cinsine ve ona karşı tavrın "pratiği"ne denk geldim... 
   Müdavimi olduğum Cafelerden birinde bazı kurallar var. Mesela denize bakan masalarda tavla oynamak yasak. Denize bakan masalarda insanlar, tavla şakırtısı dinlemiyor, okuyor yazıyor sohbet ediyor.
   Bir çift arka masalarda tavla oynuyordu, öndeki masalardan biri boşalınca, tavlalarını kapıp geldiler, garson da hemen başlarında bitti. 
    "Eğer tavla oynamak istiyorsanız lütfen arka masalara geçin efendim. Bu masalarda lütfen tavla oynamayın." 
   Çiftin erkek olanı, beni çok şaşırtan bir şey söyledi: 
   "Tamam dostum, sen görevini yaptın, biri birşey derse, 'uyardım' dersin. Biz ufaktan oynayacağız."
   "Ama efendim, burada tavlaya izin vermiyoruz." 
   Genç, "Tamam!" deyip tavlayı açtı ve kızla tavla oynamaya başladılar. 
   Bir dakika sonra başka bir garson geldi, aynı şeyleri söyledi, genç adam, tüm kibarlığıyla, "Tamam, uyarınız için teşekkür ederim" diyor, "şimdi bitecek zaten" deyip oyuna devam ediyor. 
   Cafe'nin sahibi geldi. 
   "Efendim, bu kahve 25 yıl önce açıldı ve o zamandan beri bu masalarda kimse tavla oynamadı. İlkemiz, bu masaları burada sakinliğin tadını çıkarmak isteyenlere ayırmak." 
   Genç, hâlâ, kibarca itiraz ediyor, yasağı "mantıksız" buluyordu. 
   Olay yan masamda yaşandığından, ben okuduğum kitaptan başımı kaldırıp gence, "Buraya yirmi yıldır gelirim, bu masalarda tavla oynandığını hiç görmedim" dedim. 
   Kız bana dönüp, "Saçma ama" dedi. Ben de, "Saçma maçma, buranın ilkesi böyle" dedim. 
   Cafe'nin sahibi masadaki açık tavlayı kapatıp aldı ve uzaklaştı.
   Çiftin tepkisi, tam umduğum gibiydi.
   "Terbiyesizlik bu" dedi genç adam. Dünyaya sadece kendi egoist perspektifinden bakıp bu yolda her kuralı kendine uydurmaya alışmış, diğer insanları ve ilkeleri takmayan insan türünün sefaleti.
   Kız , "Hesabı ödeyip gitsek mi?" dedi. 
   Neyse kuzu kuzu gittiler, umarım bir daha gelmezler.

Meteorologların paniği ve iklimler

Türkiye basın-yayını sade suya tirit “kim aday olucek” konusuyla “ilgilene”dursun, önüme düşen yabancı basın haber ve yorumlarından birinde, Akdeniz’de bu yıl gözlemlenen 2-6 derecelik ısı artışı, “Denize düşen ateş” diye niteleniyor ve meteorologların paniğinden bahsediliyor.
   Panik şu: Birçok canlı türünün hızla kaybolması mümkün, ama daha önemlisi, Atmosferde/Yeryüzünde mevcut olan enerjide ani boşalmalar olabilir, bu da, şimdiye kadar yavaş yavaş yaşanan değişimlerin hızlanıp büyük felaketlere neden olması demek. 
   Bir meteorolog, bekleneni, “bir tür tsunami” diye anlatmayı deniyor. Yunanistan, Atina’da, hava sıcaklıklarındaki artışlara göre halkı uyaran bir devlet dairesi açtı. Turistler için düşünülmüş bir aplikasyonda, “şehrin en serin yürüyüş rotası” da gösteriliyor. Gelecekte böyle şeylere alışmadan önce, aklı başında tüm kurbağaların bu cendereden dışarıya sıçramaları elzem.
   Siyasi anlamda global önlemler almak ihtimali henüz “masal” kıvamında ama Avrupa’da bu konuları en azından bangır bangır konuşuyorlar, burada “Allah kısmet eder de Muhalefette ‘değişim’ olursa”, sonra, belki bu işler de konu olabilecek. Bu yaz Kaş’da 42 dereceyi görünce, iklimsel bozulmaların Akdeniz sahillerinde “dayanma sınırına varmak üzere olduğunu düşünmüştüm, zira bir de nem var. Aynı ısı Kahramanmaraş’da, Gaziantep’de daha dayanılabilir durumda.
   Aslında tam da Güneş ışığından enerji elde etme ve ormanları cidden koruma zamanı. Meteorologlar, “Yaşananların, 30-40 yıl önce bilindiğini ve kamunun uyarıldığını” söylüyorlar. Ben kendi hesabıma bu konularda Türkçe 2003’den beri yazıyorum, daha öncesinde de 1980’lerden beri konuşuyordum. 
   Konu hakkında adımlar atılması bir yana, konuşulması bile hâlâ “lüks” sayılıyor. İklimlerin bozulmasından en çok etkilenen ve etkilenecek olan yerlerden biri de Anadolu. Konu hayat-memat meselesi. 
   2020’de arabalar sokağa çıkmayıp uçaklar uçmayınca, iklimler sadece altı ayda gözle görünür biçimde düzelmişti. Bu deneyimi yaşamış olanların kendi değerlerini hâlâ para/pul, dört tekerli gaz tenekesi ve orman kesip kesip beton dikme ile ölçmeleri “pratiği”, sadece sürdürülemez bir tür ruhsuzluğa ve kendi türünün sonuna işaret eder. Madde geçici, ruh ebedîdir.