Rahmi Koç geçtiğimiz aylardan birinde, "Son on yılda yatırımlar, taşa toprağa yapıldı" mealinde çok doğru bir söz etti. Bir ülkenin büyüklüğünü haala toprak büyüklüğü sanan İslamcı feodal iktidar zihniyetinin, evlere şenlik "yönetim" anlayışı ve akıllara seza gelecek "perspektifi" bu yazının konusu dışında olmakla birlikte Koç'un uyarısını konumuzun başlangıç noktası sayabiliriz. Öyleyse, Türkiye yatırımını nereye yapmalıydı? İşte bunun için net bir perspektif gerekiyor.
"Endüstri Devrimi" terimini ilk önce Stuart Mill "Principles of Political Economy" adlı kitabında kullanmış. Avrupa'nın göbeğinde devrimden bahsedilip Komünist Manifesto'nun elden ele gezmeye başladığı 1848 yılı. Alman gümrük derneğinin verilerine göre o yıllarda Almanya'da 1500 küsür buharla işleyen makina varmış. 18'inci yüzyılın son çeğreğinden 19'uncu yüzyıl sonuna kadar süren ve bu makinelerin kullanılmaya başladığı dönemi, ilk endüstri devriminin kapsamına alıyoruz. Ama bizi asıl ilgilendiren, "Klasik kapitalizm" dediğimiz bu dönemin ardından başlayan ikinci Endüstri devrimi bizim için özellikle önemli, çünkü Sol'un Sosyalist bir alternatif düzen kurmayı denediği (ama malesef yüzüne gözüne bulaştırdığı) ve günümüzün (İslamcılar dahil tüm entel ve entelektüel çevrelerin kullandığı) sosyolojik Sol dilin kurulduğu dönem, 1970'lere kadar süren bu dönemdir. İkinci Endüstri devrimini belirleyen özelliklerin başında, "seri üretim"in keşfi ve elektriğin üretimin her alanında kullanılması değil sadece. Bu dönem, kapitalizmin bir numaralı özelliği olan "amacını başkasının belirlediği ücretli iş" (Marx: "Fremdbestimmte abstrakte Arbeit") anlayışının adeta kudsiyet kazandığı, yeryüzünün tamamında "İş toplumu"nun kurulduğu dönemdir aynı zamanda. İki Dünya Savaşı ve bir Soğuk Savaş üretmiş olsa da, ikinci Endüstri Devrimi'nin hakim olduğu dönemi "kapitalizmin altın çağı" sayabiliriz.
Üçüncü Endüstri Devrimi, ABD'nin Vietnam yenilgisi sonrasında yaşanan para sistemindeki önemli değişikliklerle birlikte gelen otomasyon ve rasyonalleşme dönemini ifade ediyor. Elektroniğin önem kazandığı, kapitalizmin neoliberal türü ile kendine yeni bir "büyüme" alanı bulduğu (kamusal alan, yani devlet malı), bilgisayarın hayatımıza girdiği dönem. Post-Marksizmin son büyük teorisyeni Robert Kurz bu dönemde yaşanan en önemli endüstriyel devrime "Mikroelektronik devrim" diyordu. Konumuz olan ekonomiyi başlatan "Dördüncü Endüstri Devrimi"ne ise şimdilik bu adı yakıştırmakla birlikte, yakın gelecekte bunun ne kadarının endüstri, ne kadarının -hangi istikamette bir- devrim olduğu/olacağı tartışma konusu. Günümüzde yaşanan bu aşamanın oldukça karmaşık bir döneme denk geldiğini ve istikametinin de beklendiği gibi ille de yeni bir kapitalist aşamayı temsil etmeyebileceğini söyleyelim.
"Ekonomi 4.0", günümüzdeki tarifiyle, "Hayatın tüm alanlarının internet üzerinden eşgüdümünün sağlanacağı şekilde birbirine bağlanması" diye özetleyebileceğimiz bir anlayışın endüstriyel üretime hakim olma eğilimi gösterdiği aşama. Güngör Uras, 2014 sonunda yazdığı bir yazısında, "Basit anlatımıyla, daha önce tek tek makineleri yöneten bilgisayarlar, bundan sonra fabrikaları yönetecek. Buna 'Akıllı Fabrika Dönemi', 'Akıllı Üretim Dönemi' (Intelligent-Smart Factories) deniliyor" diyor, ama mesele bundan çok daha fazlası ve derini, zira aynı zamanda felsefi bir alana da giriyoruz. Daha önemlisi, kapitalizm ötesi bir alana (Post-Kapitalizm'e) doğru ilerliyor olabiliriz. Konunun ilk biçimi elbette sadece "kapitalist nitelik" açısından tartışılıyor, ama gelişme istikametine dikkat. Güngör Uras, "Bu gelişmeye Almanlar önderlik ediyor" diyor ama -keşke öyle olsa. AB, bu konuda önderlik yapmak bir yana ekonomi 4.0'a önderlik eden ABD ve Çin'le rekabet bile etmekten uzak olmaktan yakınıyor (Bkz. Die Zeit, 17 Mart 2016). Bu yazı da, Çinliler "Ekonomi 5.0'a hazırlanıyoruz" dediği için yazılıyor, zira olayı sadece 2. Endüstri devrimi perspektifinden, yani fabrika perspektifinden görmek, zaten Türkiye'nin en önemli zaafını ifade ediyor, çünkü 3. Endüstri devrimi sonrasında ekonominin ağırlık merkezini artık fabrika (Reel ekonomi/kapital) değil büro ve banka (Sanal ekonomi/kapital) oluşturuyor. Türkiye'de düşüncenin merkezini ise -en Sağ'dan en Sol'a kadar- haala 2. Endüstri Devrimi'nin fabrikatik kriterleri oluşturuyor.
Ekonomi 4.0, günümüzün global ekonomisinin bel kemiğini oluşturan "Hizmet sektörü" ile "Reel (fabrika) ekonomisi"ni birleştirerek yeni bir büyüme alanına açılmayı hedefliyor: Özel yaşam alanına. Neoliberalizmin devlet/kamu alanına açılarak (1970'lerden beri ötelenen) kategorik sistem krizinden kurtulduğunu burada çok yazdım. 4.0 ekonomi türü, taze biten özelleştirilmiş kamusal alanı tükettikten sonra özel yaşam alanına dalıyor ve bunu da tüm ürünleri "kişiye özel" hale getirierek yapıyor. İlk kez, çok geniş üretim ve hizmet alanları devasa bilgiyi/enformasyonu kullanarak yeni bir tür rasyonelleşme içine giriyorlar, aynı zamanda da birleşerek bir çok işlemin hem efektif hem hızlı hem de kişiye özel yapılmasını sağlıyorlar. Globalleşmenin en son hali. Ve bugünkü aşamada bu yeni gelişme, ABD ve Çin olmadan işlemiyor, çünkü bu işlemleri yapıp yüksek boyutlarda kullanabilen Software (ABD) ve Hardware (Çin) kimsede yok. Yeni ekonominin en önemli aktörleri arasında Google, Facebook, Twitter gibi sosyalleşme platformlarının da yer aldığını bilmem gerek var mı -yani olay fabrikaların falan çok ötesinde bir yerde.
Konunun bam teli, fabrikaları daha verimli çalıştırmak değil, çünkü fabrikalrın ürettiği şeyleri satın alabilecek insan sayısı azalıyor (zira para birkaç kişinin elinde toplanıyor ve işsizlik arttıkça "kişiye özel" pahalı ürünler satın alınamıyor), ama Afrika'nın en ücra yerlerinde bile yapılan araştırmalar, insanların açlık çektiği bölgelerde bile cep telefonlarının olduğunu hatta akıllı telefonları olduğunu gösterdi. Sosyalleşmeye, karın doyurmak kadar -hatta daha fazla önem verildiği görülüyor. Bu ilginin metaya dönüştürülmasini ise Facebook ve Google başarıyor. Nitekim ilk "Sürücüsüz otomobil" denemesini de Google (ve Apple) yaparak, ulaşımın "internet gibi" herkesin kullanabileceği bir alan haline getirme fikrini ortaya attı. Konu henüz "herkese bi araba" aşamasında değil, asla da olmayacak, ama yeni bir zihniyetin global dünyada giderek yayıldığı görülüyor, o da yeni zamanların nimetlerinden yararlanmak için ille de para harcamanın gerekmeyeceği, herkesin ille de çalışmak zorunda kalmayacağı bir anlayış -ki Post-Kapitalist çağın şimdilik ana fikri olmaya adaydır, çünkü bu dünyada herkesin çalışması ne mümkündür ne de gereklidir.
ABD ve Çin, Endüstri/Ekonomi 4.0'ın geliştirilmesi için devasa boyutlarda yatırım yapabiliyorlar ve bu konulardaki -bilişim merkezli- teknikleri var güçleriyle destekliyorlar. Rekabette geri kalan AB ve diğer gelişmiş bölgelerin dezavantajlarının başında, devasa miktarlarda bilgiyi aynı anda işleyememek geliyor ve tabi bunun için kullanılacak araçları, dili ve ağları oluşturmak hiç kolay değil. Türkiye'deki endüstrinin Avrupa'da bu konuda oluşturulan ağlara eklemlenmesi ise doğal bir sonuç. TÜSİAD'ın bu konuda kapsamlı bir rapor hazırladığını, mesela Makine İhracatçıları Birliği'nin yeni çağı yakalamanın zorunluluğunu kavradığını, bu konuda açıklamalar yaptığını biliyoruz, ama burada önemli bir eksik var (ve aynı eksik, Avrupa için de geçerli), o da hedef. Çin, "2025" adını verdiği hedefiyle, doğrudan başa oynuyor ve Hardware konusunda ABD'den üstün, ama İngilizce konuşan dünyada Software ve sosyalleşme platformlarında bir numara olması pek mümkün görünmüyor, tabii o da derinden gidiyor. James Bond'ların çoktan emekli olduğu dünyada ajanlıktan sabotaja kadar tüm "gizli devlet faaliyetleri"nin dijitalleştiğini Ergenekon ve Balyoz davalarından, Fuat Avni'den biliyoruz. Bu konuda en büyük güç Çin ve ABD Başkanının nefesini bile dinleme kapasitesine sahip. Snowden itiraflarından, devletlerin özel hayatları ne ölçülerde dinleyebildiğini öğrenmiştik, konu ondan daha büyük boyutlarda, çünkü sadece var olan bilgilerin değerlendirilmesiyle yetinmiyor, varolabilecek bilgilerle geleceğe doğru sizin ne yapıp yapmayacağınızı da bilebiliyor. Bunun adına "Siyasi güç" dendiğini bilmem söylemeye gerek var mı?! ABD'nin bile "dinleniyoruz" diye yakındığı (ama Çin'in "nedense" hiç yakınmadığı) bir dünyada yaşıyoruz ve mesele sadece fabrika falan değil. Bunu bilen AB, ABD'nin ve Çin'in üstünlüğüne karşı atağa geçmiş durumda, Merkel "Dijitalleşme"ye özel önem veriyor ve konuya abanıyor. Türkiye bu konuya sadece Avrupa ağlarına yedek parça üretmek noktasında ve ne konunun önemini yeterince anlıyor, ne de Hükümetin bu konuda bir perspektifi/hedefi var. Peki hedef ne olmalı?
Konu hakkında net hedefi olan tek ülke Çin (zaten bu nedenle "Ekonomi/Endüstri 5.0"dan bahsedebiliyor). Kendine yüz yıllık falan değil bin yıllık hedefler koyan ve Batılılar gibi "Sömürgecilik/Emperyalizm devri" yaşamamış Çin'in 15'inci Yüzyıldan beri net bir "Etki alanı" politikası var. Günümüzün anlayışlarına uyan bu eski zihniyet, uzun vadede Çin'e psikolojik bir üstünlük sağlıyor.
Türkiye, Ne Çin'le ne ABD ile ne de AB ile kıyaslanabilir, hatta Hindistan'la ve Brezilya ile de karşılaştırılamaz, ama bir türlü dönmek istemediği özüne dönerek, yeni dünyadaki yerini alabilir ve bu öz, Türkiye'nin Dünya kurulalıberi çok kültürlü çok yönlü bir yer olmasıdır. Türkiye, Dünya kültür endüstrisini ülkeye çekecek özel önlemler ve tabii sahici/güvenli bir demokrasiyle işe başlayabilir. Kültür konusunu küçümseyen ahmaklar için küçük bir dip not: "Ekonomi 5.0", tam da bu zaten, yoksa onca tablet ve gelişmiş bilgisayarla, smartphone ile ne yapılacak sanıyorsunuz? Sadece iletişim değil elbette. Türkiye, bulunduğu yer itibariyle bir çok kültürün kavşağı. "Tayyip"le uğraşmaktan düşünmeye bile vakit bulamayan Türkler, kültürün yeni boyutlarına tam Fransız, o halde Fransızlar ve Çinliler gelip kültür üretiminin önderliğini üslenecek. Türkiye tıpkı II. Dünya Savaşı sırasında Alman entelektüellerden yararlandığı gibi şimdi de bu konularda yabancılardan yararlanacak, onlara ortam ve alan açacak! Bunun dışında Türkiye'nin endüstrileşme konusunda diğer büyük ülkelerle rekabet edebilmesi mümkün değil, ama bu alanların ihmal edilmesi gerektiği anlamına da gelmiyor. Türkiye, tıp alanında da çok önemli işler başarabilir, bu konuda birçok ülkeden daha iyi konumda. Sağlık konusu, geleceğin en önemli alanlarından gösteriliyor.
Bütün bunların toplamı: Türkiye'nin yaşamaya değer, temiz doğaya sahip, güvenli, kültürel özgürlükler başta olmak üzere özgürlükleri garanti eden bir ülke olması gerekiyor. Bu şartların çoğulcu bir demokrasi ile sağlanıp sağlanamayacağı henüz net değil, çünkü demokratik olmayan bir Çin örneği önümüzde duruyor ve bu ülke şimdi (ve gelecekte) ABD'den çok daha önemli olacak (buna rağmen Türkiye'de Çin hakkında iki laf edecek adam bulmak bile zor, hatta yok gibi birşey).
Tüm alanların birleştiği ve Türk endüstrisinin eşyanın tabiatına uygun olarak Avrupa'daki ağlara eklemlendiği atmosferde, siyasi olarak topu atıp tamamen iflas etmiş İslamcı ideolojinin islamcı iktidarının Twitter'i falan yavaşlatarak "güçlü devlet" olunamadığını, Kayseri'nin dindar esnafı bile anlamaya başladı. İslamcılığı iktidardan düşürmeyi Türkler başaramazsa ABD ve Rusya ittifakı (başta olmak üzere Dünya kamuoyu) başaracak. Bunu daha önce çok söyledik, çünkü buranın nefret kusan kindar islamcıları, dünya barışını ve dünyanın geleceğini tehdit eder konumdalar ve Dünyanın buna izin vermeyeceği kesin.
Şimdi asıl konu, İslamcılık kanserinden kurtuluş sürecinde sıkı bir kemoterapi uygulanırken, diğer taraftan da geleceğe yönelik -hedefli- adımların ivedilikle atılacağı aşamada net bir perspektife sahip olmak.
Ekonomi 4.0'ın öznesi konumundaki bilişim alanının daha da önem kazanacağı yakın gelecekte, bilgisayar dediğimiz nesnenin nasıl bir evrim geçireceği de şimdiden malumumuz. Herşeyin digitalleşeceği aşamada yeni bir Software türü gelişme aşamasında. Bu yeni işlemciler, aynen beynin işlemesini örnek alan bir yöntem izliyor ve meleke geliştirebiliyor. Bir işi yapa yapa o konuda insan nasıl ustalaşıyorsa, bu işlemciler de ustalaşıyorlar, o konu hakkındaki ek bağlantıları kendileri üretiyorlar ve şimdiye kadar bildiğimiz bilgisayar sistemlerinden oldukça farklı işliyorlar. Aynı anda farklı işlemleri Go bilir misiniz?
Ekşi Sözlük'de bile "Şibumi okuyup Go'ya başlamak" diye bir başlık var. Ben de Trevanian'ın 1979'da yayımlanıp 1980'lerde okuduğum "Shibumi" romanını okuyup Go öğrenenlerdenim. Satrançtan çok daha fazla ihtimali içeren ve intuisyona da izin veren Go oyunu, sofistike bir oyundur ve günümüzdeki Avrupa Go şampiyonu Çin asıllı Fransız Fan Hui, Google'ın geliştirdiği AlphaGo'ya 5-0 yenildi. Satranç ustalarını yenen ilk satranç programı 1996'da (Deep Blue) yapılmıştı, şimdi Go ustasını yenen bilişim sistemin özelliği, sadece beyin gibi işleyerek kendini geliştirmesi ve öğrenmesi değil, insanlar gibi içgüdü geliştirebilmesi, sonuca varmak için orijinal düşünme yöntemleri bulması ve çok büyük miktarda bilgiyi çok kısa sürede tarayarak farkına varılamayan belli yapıları algılaması. Mesela bu sayede tıpta çok önemli adımların atılacağı kesin. AlphaGo, devasa bilgi ve enformasyonu değerlendirerek geleceğe doğru çok çarpıcı tesbitler ve öngörülerde de bulunabiliyor. Ekonomi 5.0'ın, makinelerin birbirlerini programlamaya başladığı bir aşamayla ilgili olduğu ve teknolojinin görünür olmaktan çıkıp küçülüp entegre olarak günlük hayatta pek görünmeyeceği, çalışma/iş ötesi bir yerden her insana hizmet eder hale getirileceği aşamayı ifade ediyor olabilir.
Ekonomi 4.0'ın gelişeceği aşamada neoliberalizm dönemi gibi büyük eşitsizliklerin ortaya çıkabileceği konusu önemli bir tehdit oluşturuyor, bu yüzden "Big data" denen devasa bilgi/enformasyon miktarlarıyla işlem yapabilen yeni sistemler, bu devasa bilgilere sahip olabilen veya onlara erişebilenlerin yeni tür bir güç/iktidar sahibi olmalarının önünü açıyor. Bu ülkeler şimdilik ABD ve Çin gibi görünüyor, ama Apple, Alibaba (Çin), Facebook, Twitter ve tabi en başta Google'ı unutmayalım. Yeni bir çağın kuruluş aşamasındayız ve bu yeni çağda sade para hiç bir şey ifade etmiyor -hatta paranın nasıl bir değişim yaşayabileceğini de anlatabiliriz. (Ama başka bir yazıda)