Ücretli iş mecburiyetinin olmadığı antik çağlarda iş anlayışı

Eski ortodoks Sol klişelerdendir, "İlkel Toplum"dan sonra "Köleci Toplum" gelir, derken "Feodal Toplum" gelir, sonra "Kapitalist toplum..." Tabii tarih hiç de böyle basit klişelere uymaz. Eski Avrupa merkezci düşünceler, dünyanın her köşesindeki sosyoekonomik gelişmelerin Avrupa'daki gibi olması gerekiği önyargısından yol çıkardı. Bu düşünceler terkedildi, ama ortodoks Sol ve o teorileri kullanmaya devam edenler, bu klişelere "değer" vermeyi sürdürüyor. Ücretli çalışmayı dünyanın en doğal şeyi sayan modern insan, kölelerin, gece gündüz çalışıp, kamçılana kamçılana can verdiğini ve Feodal toplumun da kölelikten kurtuluş gibi "ileri" birşey olduğunu sanıyor. Hiç de öyle linear bir "gelişme" çizgisi yok oysa. Ayrıca bugün Amerikan filmlerinden tanıdığımız türde -dünyanın her yerinde aynı prensiplere sahip- bir kölelik de yok. Köleliğin en bariz sosyal faktör olduğu eski Roma toplumunda bile kölelik, ancak belli bir süre için geçerliydi. Köle doğup köle ölen çok azdı. Bir zanan sonra köle özgür kalıyor veya daha az çalışıyordu. Mesela Roma'da en sıkı köleler bile haftada en fazla beş gün çalışıyorlardı. Onlar da, tıpkı imtiyazlı diğer "vatandaşlar" gibi boş zamanlarının tadını çıkarıyorlardı. Ve en önemlisi, iş anlayışı da, işe bakış da, bugünkü iş anlayışından tamamen farklıydı. O çağlarda ölümden bile daha kötü sayılan şey; başkalarının iradesine tâbi olmaktı ve özgür iradesiyle hareket edememekti. Köleler, ölümden de beter sayılan böyle bir durumda sadece bir süreliğine yaşıyorlardı. İnanmak kolay değil ama, eski çağın köleleri, bugünün işçilerinden daha özgürdüler.
Ücretli iş değil de, "Uğraşı" elbette çok önemlidir ve kutsaldır. Bhagavad Gita'da Tanrı Krishna, herkesin belli uğraşılarının olması gerektiğini anlatırken, "Ben bile uğraşıyorum" der. Maya'ların Tzolkin merkezli dünya görüşlerinde 'Hareket', Hayatın ifadesi sayılır. Aynı şey, Yi Ching sisteminde de aynıdır. Ama, hayatla ilgili olan bu 'Hareket' biçimi, belli bir maddi karşılık beklentisiyle yapılan hareket değildir. Kutsal metinlerdeki 'Hareket', öyle olması gerektiği için hareket eder -karşılık beklediği için değil. Eski zamanların "Uğraşı" mantığının kökeninde de bu anafikir yatar. Anne bebeğini, emzirmesi gerektiği için emzirir, babağinden karşılık beklediği için değil.
"Uğraşı"nın bir başka biçimi de, Eski Yunanlıların "Aristoi" dediği, "Akıllıların ve güçlülerin, akıllarını ve güçlerini toplum için kullanmaları" anlamına gelir ki, aliminden savaşçısına kadar bu kategoriye girer. Bu kategori de sahici olmak zorundadır ve karşılığında saygı/sevgi kazanmak için yapılır. Bu kategoriye kısaca "kahramanlık" da diyebiliriz.
Buna benzer birçok örnekten yola çıkarak, "Onurlu uğraşılar"la meşgul olmanın önemine yapılan vurgulara varabiliriz. Ama eski çağda en önem verilen şey, insanın ne yapacağına kendinin karar verme özgürlüğüdür. İnsan, kendi istedikleri yerine başkasının istediklerini yaparak kendisine yabancılaşır -ki bu da kendi özelliklerini yitirmek ve dolayısıyla ruhsal özgürlüğün yitirmek olarak görülür. Eski çağlarda en berbat durum, esir düşüp köle olmaktı. Bu durumun eski çağlarda nasıl görüldüğü konusunda eski Türk kaynaklarına da bakabiliriz. Ama Türklere esir düşenlerin, Osmanlı döneminde -eğer 21 yaşından gençlese- eski Türk töresine göre öldürülmelerinin kesinlikle yasak olduğunu biliyoruz. Bunların Enderun'a alınanları bile belli bir süre sonra salıverilebiliyor veya isterlerse devlet hizmetinde kalabiliyorlardı. Köleliğin iş hayvanlığı haline getirilmesi, ilk kapitalizm döneminde Batılı sömürgeci zihniyete özgüdür ve kapitalizmin (ilk versiyonunun) konteksi içinde değerlendirilmelidir.
Mümkün olduğunca çalışmamak, yukarıda bahsetiğimiz "Diri/uyanık tembellik"le ilgilidir. Eski Yunan toplumunda çalışmayan ("çalışmak"tan bağımsız) kişiler, politika ve birçok diğer konudan da kurtulmuş sayılıyorlardı. Bu konulardan azade "Dertsiz Hayat"a Schole deniyordu.Bu durum önemseniyordu, çünkü "aranan Gerçek"in, fikirlerde/düşüncelerde ve güzelliklerde olduğu düşünülüyordu.Bölgemizde zaman içinde gelişen "yüksek konularla (yani felsefe ve sanatla) uğraşı" anlayışının vardığı sonuç şuydu: Devletin mükemmelliğinden çok, insan ruhunun mükemmelliği önemlidir. Ve tam da bu duruma ulaşmak için, çalışmak değil çalışmamak (canlı tembellik) gerektiği sonucuna varılmıştı. İnsan ruhunun önemi anlaşıldıktan sonra, bunun çalışmamakla ilgisi anlaşılmıştı.
Yüksek ruhlu insan, yüksek konularla ve toplum için çabalamalıydı -ama karşılık beklemeden (tabii bu karşılığı toplum, o kişiye saygı/sevgi olarak ödüyordu ve o insanı saygın hale getiriyordu).
Bu tip uğraşılarla ilgilenmek için iç rahatlığına sahip olmak gerekiyordu. Bu da ancak özgür bir ruhla mümkün oluyordu. Özgür ruh, kendi yaptığını ve yapacağını kendisi belirleyen (kendi ritmine göre işleyen) ruh demekti. Bu anlayışın bir sonucu olarak, iyi ahlak ve kültür/sanat, güzel söz söylemek vs. sosyal/toplumsal bir güç haline geldi. Bu atmosfer, iyi/güzel duygular ürettiği için, bir gençlik kültürü haline geldi ve kadınlı erkekli bir şehir kültürüne dönüştü. Aşak'ın önemli bir toplumsal faktör haline gelmesi olayının da bu gelişme sürecinin bir parçası olduğu iddia ediliyor. Bu sürecin, aynı zamanda, köleliğe isyan süreci olduğunu belirtmekte fayda var. İlk büyük ve ünlü köle isyanı herkesin malumudur: Birinci yüzyılda Spartacus isyanı. "İnsan haysiyeti" ve "İnsanın özgürlüğü" anlayışının da zorunlu çalışmaya karşı başlayan bu mücadele sonucu ortaya çıktığını da unutmayalım.