Sayfalar

İslamcılık, Taliban zaferine rağmen neden canlanmıyor?

Amerikalılar, merkezinde Afganistan'ın bulunduğu Asya coğrafyasının sakin bir yer olmasını özellikle istemiyor gibiler. Afganistan'ı kuşkulu bir şekilde Taliban'a bırakıp çekilince, "İslamcılık bitti, artık dünyada islamcı ot bile bitmeyecek" söyleminin pek doğru olamayacağından söz eden yanılgı da sesini yükseltti ve bu konu üzerinde durmak gerek.

   İslamcılık "modern" bir ideoloji ("ideoloji" formatı kapitalizme özgüdür). Geçtiğimiz Neoliberal Dönem'de İslamcılık, -konjonktürel olarak- bir yükseliş yaşadı ve sonradan modernleşen veya modernleşmek üzere olan yoksul kesimden insanların "umudu" oldu. Umuttu, zira onun arkasında duran "kapı gibi" bir neoliberal sistem vardı. İslamcılık, başka Müslüman ülkelerde de ulusdevletçi yapılanmalara ve ulusdevlet ideolojilerine (makro milliyetçiliğe) karşı neoliberalizmin "umudu" idi. Bu durum halklara, "Eski imparatorluk devrine dönüş" veya "İslam'ın özüne, ilk çağına dönüş" diye pazarlandı ve hepsinin kökeninde, yerel milli kapitalist sistemlerin -sistemin 1970'lerde başlayan bitiş krizlerinin başlanbış krizi nedeniyle- artık bir gelecek ideali teşkil etmemesi yatmaktaydı.

   Neoliberal dönem, sınırlarötesi neogloballeşmenin kurulup özelleştirmelerle kamu malının yağmalandığı, ulusal sınırların sermaye için "geçirgen" hale geldiği/getirildiği dönemin adıydı. Bu dönemde, sermayenin ve işgücünün serbest dolaşımının sağlanması, ulusdevletlerin zatıflatılması gerekiyordu. İslamcılık bu kontekste -yerel bazda- önemli rol oynadı, vahşi bir neoliberalizm uygulamasıyla özelleştirmeler üzerinden hem neoliberal sistemi memnun etti hem de zenginleştirdiği kendi taraftarlarını.

   Neoliberalizm, Dünyayı "kültürler" kamplarına ayırıp, "İslam ülkeleri" diye bir kültürel çerçeve kurgulayıp Türkiye'yi de oraya saydığından, kültürcü dünya görüşü şablonuna uydurmaya çalıştığı Türkiye'deki İslamcılığı desteklemeyi uzun süre sürdürdü, ta ki İslamcılığın teolojik-politik yapısal özelliğinin eninde sonunda kapitalist sistemin işlemesi için gereken asgari şartlara bile tahammül edemediğini anlayıncaya kadar. Fikirsel ve kültürel bazda oldukça ilkel bir yapıya sahip İslamcılık, kendi dinamikleriyle değil, bu konjonktürel destekle ve kullanışlı "liberal" müttefiklerinin yardımıyla yükseldi.

   İslamcılık, ortaya çıktığı I. Dünya arefesinden sonra 1970'lerden itibaren Suud finans desteğiyle yeniden görünür oldu. İsrail'e yenilen Arap ülkelerinin Batılı ülkelere koyduğu petrol ambargosundan sonra yaşanan Petrol krizi ile birlikte, hep örnek alınan "Batı tipi kapitalist Demokrasi" cazibesini yitirdi, "ilerleyip onlar gibi olacağız" umudu sönümlendi. "Milli Görüş" gibi bir ilkelliğin alternatif diye sunulabilmesi bu nedenledir, fikrî gücünden değil. Batı'yı örnek alan ülkelerde yaşanan enflasyon ve derin ekonomik sorunlar,

Batı örneğine endeksli "ilerleme ideali"nin sönümlenmesini de beraberinde getirdi. İşte bu durumda "Alnı secde görmüşler gelince dinimiz kültürümüz bize rehber olur, herşey daha iyi olur" (kültürcü neoliberal) yanılsaması "sayesinde" İslamcılık umut oldu. "Bir de bunları deneyelim" fikriyatı çoğunluğa hakim olduğunda da ekonomiydi, şimdi de ekonomi.

   O zamanlar halkın gözünden düşen modern laik sistem eliti neoliberalizme karşı nasıl direnemediyse, neoliberalizmin işlemediği günümüzde de bu bölgedeki neoliberalizmin son ifadesi İslamcılık da gelişmelere direnemiyor ve bildiği/uyguladığı yoldan yeni zamana uyum sağlayarak varlığını sürdürmesi ihtimali bulunmuyor, -çünkü varlığına bizzat kendisinin son vermesi, yani İslamcılığı (teolojik politikayı) bırakması gerekiyor. Gerçi bunu anlayıp sahiden de İslamcılığı terkedenler ve onların partileri de var, ama onlar bile gelecek için bir umut olamıyorlar. 

   İslamcılık, sadece "sonradan modernleşmiş kasaba/kırsal kesim insanı"nın değil, dünyanın etnik/dînî kimlikler üzerinden okunabileceğini/açıklanabileceğini sanan ve bunu kendine Müslüman "demokratik" bir pseudo-"Sol bakış" haline getirmeye çalışan  "liberaller" için de bir "umut" idi. Eski Solcu yeni Sağcı bu çevre, İslamcılığın olmayan ideolojik/entelektüel boşluğunu uzun süre kendince doldurmaya çalışmıştır. İslamcıların lise terk düzeyindeki "Milli Görüş ideolojisi"i, "liberaller" sayesinde gözlerden gizlenebildi ve neoliberalizm öncesinin devlet kontrolündeki milli ekonomisine ve o dönemin Eski Batı'yı örnek alan laik elitlerine karşı kullanıldı. Global sistem tarafından desteklenen İslamcıların ilkelliği, ne "liberal" entel dandikizmi için ne de Batılı neoliberal sistem eliti için bir sorun teşkil etmedi.

   Şimdi, İslamcıların önünü açan veya açacak olan bir konjonktür varolmadığı gibi, İslamcılar kimse için bir "umut" değil. "Alnı secde görmüş olanlar gelince her şey kendiliğinden yoluna girer" türü şehir efsaneleri ve büyüler fena halde bozuldu. İslamcıların, kendi dışlarından birileri tarafından desteklenip fikren yönlendirilmedikleri takdirde son derece ilkel oldukları ve karmaşık modern yapıları yönetmekten aciz oldukları görüldü. Ayrıca, İslamcıların oldukça uzun bir süre Dünyada siyasi bir aktör gibi görünmelerine rağmen, bu sürede Dünyaya, hiçbir özgün katkıda bulunamadıkları görüldü. Bu ilginç ve önemli durumları algılayan özellikle genç kesimin İslamcılıkta bir gelecek görmemesi, son yıllarda Dünya çapında en önemli gelişmelerden birini teşkil ediyor.

   İslamcılık, artık ne bir gelecek ideali, ne de orijinal -işleyen- endemik/yerel bir yönetim türü. Yeni kuşakları cezbedebilecek bir albeniye sahip değil, -hatta kendini pasif olarak sürdürebilecek türde bir popüler kültüre bile sahip değil. Günümüzde Taliban'da veya son İhvancılarda ifade bulan İslamcılık, eski kadrolarının 1970'lerden neoliberal döneme intikal etmiş ve tamamen tükenmek üzere olan ideolojik gazı ile ayakta duruyor. İslamcılığın, tabandan yetişen ve başından beri dolduramadığı ideolojik boşluğunu kısmen de olsa doldurabilecek, veya doldurma ihtimaline sahip olabilecek yeni kadroları yok, kapitalist sistemin bir türevi olduğundan sistem ötesine bakabilecek ve gençliği cezbedebilecek yeni bir fikriyat oluşturmak ihtimalinden tamamen yoksun.

   ABD'nin Afganistan'ı Taliban'a teslim etmesi, İslamcılığın sahaya geri döndüğü, Afganistan'ın islamcılığa bir hayat öpücüğü olduğu anlamına gelmiyor, onun yerine; Taliban'ın da diğer İslamcı yönetimler gibi kadınların ve halkın baskısıyla adım adım nasıl yumuşamak zorunda kalacağının -ama yumuşamak doğasına aykırı olduğundan- sonunda nasıl iptal edileceğinin Dünyanın gözleri önünde yaşanacağı bir zaman dilimine işaret ediyor.

    Artık umut olmayan bir şeyi yaşatmak çok zordur. İslamcılığın yeni yeşeren ve gelecek umudu olabilecek herhangi bir kesimi, fikri zikri bulunmuyor; tam tersine, islamcılığın 1970'lerden beri ekonomik bakımdan zenginleştirdiği kesimlerin -çok eleştirdikleri "Batı"ya karşı- geliştirdikleri veya destekledikleri -Dünyaya malolmuş- herhangi bir orijinal kültür ürünü bile bulunmuyor. İslamcılığın yeni zenginleri ve elitleri, "Batı taklitçisi lüks tüketici" olmaktan öte gidemiyorlar. Bu da onları umut olmaktan tamamen çıkarıyor. Orijinali varken, kimse taklidine özenmiyor. Yenisi yetişmediğinden ve sistemle uyumlu müttefiklerini kaybettiğinden, İslamcılık, gerçeklerden giderek kopan demode bir "Eskinin tekrarı" olmaktan öte gidemiyor, kendini çekici kılabilecek bir popüler kültürden tamamen yoksun olduğundan, ciddiye alınabilecek siyasi bir hareket olarak hayatta kalma ihtimali de bulunmuyor.