Greta Garbo ve kopyaları...
Greta Garbo'nun Amerika'ya ilk gelişini ve bir partide ilk kez ünlü oyunculara tanıştırılışını, benim en sevdiğim rejisör Billy Wilder, çok güzel anlatır. (Bkz. Helmut Harasek "Billy Wilder - Eine Nahaufnahme")
Billy Wilder daha sonra, sırf Garbo için ekstra bir rol yazmıştır. Garbo'nun sinema perdesinde gülerken görüldüğü ilk rolüdür: 'Ninoçka'. Garbo 1939'da bu rolüyle Oscar'a aday gösterilmiştir.
Bu solgun ama güzel İsveçli kızın asıl adı Greta Lovisa Gustafsson'dur ve Amerika'ya geldiğinde henüz hiç tanınmayan biridir. Bu uzun ve garip adıyla ilk kez 1922'de sinema perdesinde görülen Greta Garbo, 1925'de MGM'in kontratlı artisti olarak önce iki filmde küçük rollerde, Güney Amerikalı kadınları canlandırır ve güzelliğiyle/yeteneğiyle hemen dikkat çeker. (Kısa sürede haftalık kazancı beşyüz Dolardan beşbin Dolara fırlar!)
1930'larda sesli sinema döneminde Greta Garbo o kadar ünlü olur ki, herkes Garbo filmleri seyretmek ister ve film şirketleri Greta Garbo kopyaları aramaya başlarlar. Bu taklitlerden ilki, 1928'de Paramount'un keşfi Olga Baclanova olacaktır. Bütün filmleri başarısız olan, ama firmanın inatla savunduğu Rus asıllı bu güzel kadın, bir dizi başarısızlığın ardından, bilinmeyen bir tarih ve yerde İsviçre'de ölmüştür. En "başarılı" kopyanın, Garbo'nun aksanını bile taklit eden Ruth Chatterton olduğu söylenebilir. Fox firması da Louella Parsons'u kendi Greta Garbo'su olarak dener, ama bütün kopyalar başarısız olur -hem de kesinlikle!
İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğindeki dünyada bir Greta Garbo rüzgarı esmektedir ve mesela Almanya'da Hitler'in propaganda bakanı Goebels bile Greta Garbo hayranı olduğunu saklamamaktadır.
Peki Greta Garbo'yu bu kadar benzersiz ve popüler kılan nedir? Taklitleri neden mutlaka ve kesinlikle başarısızlığa uğramışlardır?
Burada Greta Garbo'nun, gerçekten de sadece iyi sanatçılarda bulunan bir mayaya sahip olduğundan, güçlü ve özgün yanlarından bahsetmek gerekiyor. Garbo'nun bence en önemli özelliği bakışları. Sadece bakışlarıyla, fazla mimiğe de gerek duymadan kendini bu kadar iyi ifade edebilen ikinci bir aktris olsa olsa Marilyn Monroe olabilir. Bu kaliteye Türkiye'de sahip olan aktristler arasında benim aklıma önce Derya Alabora, sonra Binnur Kaya geliyor. İkisi de klasik anlamda 'Yıldız' değiller maalesef.
Garbo'nun kişisel anlamda en ödünsüz ve kesin olan yanlarından belki de ilki, özel hayatını kesinlikle gizli tutmasıdır. Diğer sinema yıldızları özel hayatları üzerinden magazin dergilerini doldururken onun basından kaçması, orijinal bir durumdu diyebiliriz. Garbo hiç evlenmemiştir. Buradan oluşan merak, onun oynadığı rollerdeki 'Duygusal Gizemli Kadın' imajıyla daha da pekişmiş görünüyor. Dönem, melodramların dönemidir.
Ve Garbo, sahici adamlara/kadınlara özgü bir tavırla, gereğinde bilinen hayatını tamamen ardında bırakıp geri çekilmesini bilen biri olduğunu da kanıtlamış, bu onu daha da yüceltmiştir. -Ün bağımlısı değildir. Bir diğer özgün yanı, zamanın modasını tamamen reddetmesi ve kendi tarzını moda haline getirmesidir. Bu konuda öyle başarılı olmuştur ki, daha 1932 yılında ünlü Vanity Fair dergisi, "Greata Garbo öncesi ve sonrası" hakkında ilginç bir yazı yayımlamış ve tipik kadın imajının Garbo tarafından nasıl değişririldiği üzerinde durmuştur. Yazıda Garbo'nun fersiz sade kaşları ve elmacık kemiklerinin, anlamlı bakışlarının makyajla nasıl taklit edildiğini ve zamanın modern dünyasında kadınların bu yeni sadeliği nasıl benimsediğini anlatmıştır. Bu ve daha bir dizi önemli özelliklerinin, onu benzersiz kıldığını söyleyebiliriz.
1905 İsveç doğumlu Greta Garbo, 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın en kanlı yılında, daha 37 yaşındayken sinema kariyerine son verir. Bunun baş nedeni, 1941 yılında çevirdiği başarısız bir komedidir. Bir daha -seçkin bir çevre dışında- kimseye görünmeyen Greta Garbo, 15 Nisan 1990'da New York'da, dünyanın Katyn katliamını konuştuğu gün hayata gözlerini yumar. (O gün bütün gazeteler, Michail Garbaçov'un, Stalin'in 20 bin Polonyalı esiri nasıl emir verip öldürttüğü açıklamasını yazıyorlardı.)
Greta Garbo'nun ölümü fazla yankı bulmaz. Yakılan cesedinin külleri, vasiyetine uygun olarak 1999 yılında, memleketi İsveç'te mütevazi bir mezara defnedilir.
Greta Garbo 1941 yılındaki başarısız rolünden sonra hiçbir film teklifini kabul etmemiş ve izini kaybettirmeye çalışmıştır. New York'ta ve İsviçre'deki bazı manastırlarda yaşamış, sadece iyi tanıdığı küçük bir çevreyle dostluğunu sürdürmüş ve tanımadığı kişelerin davetlerine, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar gitmemiştir. Mesela İngiltere Kraliçesi Elisabeth'in kendi el yazısıyla Garbo'ya yazdığı davetiyesini, başbaşa konuşacak olmalarına rağmen, "giyecek elbisem yok" diyerek geri çevirmiştir.
Şapkasını yüzü görünmeyecek kadar gözlerine indirmiş bir vaziyette Manhatten'da 52'inci Cadde civarında görüldükten sonra izini tamamen kaybettirir. (Nerede olduğu yeniden duyulduktan sonra da basından kesinlikle uzak durur ve basın da buna saygı gösterir. Daha sonra yaptığı uzun New York yürüyüşleri de sonradan duyulur.)
Greta Garbo 1955'de, sinemaya benzersiz katkıları nedeniyle bir Şeref Oscar'ı aldı, ama ödülünü almaya kendisi gelmedi...
(Garbo'nun nerede olduğunu bilen, onun çevresinden gizemli biri, gelip, o Oscar'ı aldı!..)
19'uncu Yüzyılın son yılında doğan Alfred Hitchcock, bir manavın oğlu. 1958'de çektiği Vertigo adlı filmle bir ikona dönüşen, kara sinemanın ustası. Chabrol'ün sadece Sergey Eisenstein'la kıyasladığı büyük bir orijinalliğe sahip. İşte bu adam bir kadına aşık... Aşık da değil tutkun -hatta hasta... Varoluş korkusunu işlemekten zevk alan bu adam, keşfettiği kadına, muazzam bir ün hediye ediyor.
Sarı saçlı, beyaz tenli, yeşil güzlü Grace Patricia Kelly, Hitchcock'tan otuz yaş genç. Dsiplinli bir ailenin kızı. Çalışkan. Ne kadar güzel olduğunun farkına vardıktan sonra, New York'taki 'Academy of Dramatic Arts'a girmeye çalışıyor. Sinema oyuncusu olmak isteyen her genç kız gibi heyecanlı. Sadece babasının ilişkileri (Torpil!) sayesinde okula kabulediliyor, çünkü çocukluğundan beri bir sinüzit sorunu var ve burnundan konuşuyor! Retorik ve nefes dersleri almaya başlıyor.
İlk şansı 1952'de Gary Cooper ile birlikte, ünlü kovboy filmi 'High Noon'da oynaması oluyor.
Uzatmanın lüzumu yok...
Alfred Hitchcock bu güzel kadını üç filminde oynatıyor, ama nasıl filmler...
Benim, "Bei Anruf Mord" adıyla tanıyıp birden çok kez seyrettiğim 'Dial M for Murder' filmi, bildiğimen iyi üç kriminal filmden biridir. Karısını dahice bir planla başka birine öldürtmek isteyen kıskanç zengin kocanın planı başarısızlığa uğrar. Karsı (Grace Kelly), kendini korumak isterken, cinayet için tutulan adamı öldürür. Kocası bu kez de karısının idama mahkum edilmesi için sisnsi bir planı uygular, ama sonunda kurnaz polis müfettişine takılır elbette.
Diğer film, "Das Fenster zum Hof'tur (Rear Window). Hani ayağı kırılınca karşı binayı dürbünle gözetleyip dururken cinayete tanık olan James Stewart ve Hitchock klasiği.
1955'de çevrilen üçüncü film, "Über den Daechern von Nizza"dır (To Catch a Thief)...
Bu üç film klasiği, Grace Kelly'yi sadece dünyaca ünlü bir Aktrist yapmakla kalmayıp, imajını da oluşturup dondurdu.
Sarışın, güzel bir Hanımefendi...
Tabii sadece bu kadar değil. Gizemli kadın Grace Kelly'nin bilinmeyen en önemli sırlarının başında Alfred Hitchcock ile olan ilişkisi geliyor. Bunun sadece "mesleki!" bir ilişki olup olmadığını kimse bilmiyor. Ama sinemanın büyük ustası Hitchcock, Grace Kelly hakkında eski bir vecizeyi tekrarlamış dostlarına: "Salonlarda tam bir Hanımefendi, yatakta tam bir..."
Hitchcock Grace Kelly'ye öylesine tutkun ki, 1956'da Kelly Monaco Prensi ile evlenip ondan ayrıldıktan sonra, en az iki aktristi Kelly'nin imajına uygun şekilde filmlerinde oynattı. Kendi yarattığı ikonun peşinden gitti. Kelly'nin imajını oynayan iki kadından biri Kim Novak'dı.
Büyük Rejisör 1980'de Los Angeles'ta öldüğünde Grace Kelly, Monaco Prensesi Grazia Patrizia idi ve kocasıyla arası hiç iyi değildi. 1982'de geçirdiği bir araba kazasında hayatını kaybetti. Çok konuşulan bu kazada, 52 yaşındaki Grace Kelly, on yıllık paspal bir Rover 3500 kullanıyordu ve Yaz Sarayı'na gidiyordu, arabayı kendisi kullanıyordu ve çok keskin bir virajı alamayıp arabası 40 metre yüksekliğindeki bir uçurumdan uçtu.
Burada en ilginç nokta, Grace Kelly'nin, Alfred Hitchcock'la 1955'te çektiği son filminin bir sahnesinin tam da kazanın olduğu yerde çekilmiş olmasıdır!
Grace Kelly'nin ölümü bütün dünyayı üzmüştü...
Onun hikayesi, birçok insan için modern bir peri masalıydı. (-Tabii bildikleri kadarıyla!)
Billy Wilder daha sonra, sırf Garbo için ekstra bir rol yazmıştır. Garbo'nun sinema perdesinde gülerken görüldüğü ilk rolüdür: 'Ninoçka'. Garbo 1939'da bu rolüyle Oscar'a aday gösterilmiştir.
Bu solgun ama güzel İsveçli kızın asıl adı Greta Lovisa Gustafsson'dur ve Amerika'ya geldiğinde henüz hiç tanınmayan biridir. Bu uzun ve garip adıyla ilk kez 1922'de sinema perdesinde görülen Greta Garbo, 1925'de MGM'in kontratlı artisti olarak önce iki filmde küçük rollerde, Güney Amerikalı kadınları canlandırır ve güzelliğiyle/yeteneğiyle hemen dikkat çeker. (Kısa sürede haftalık kazancı beşyüz Dolardan beşbin Dolara fırlar!)
1930'larda sesli sinema döneminde Greta Garbo o kadar ünlü olur ki, herkes Garbo filmleri seyretmek ister ve film şirketleri Greta Garbo kopyaları aramaya başlarlar. Bu taklitlerden ilki, 1928'de Paramount'un keşfi Olga Baclanova olacaktır. Bütün filmleri başarısız olan, ama firmanın inatla savunduğu Rus asıllı bu güzel kadın, bir dizi başarısızlığın ardından, bilinmeyen bir tarih ve yerde İsviçre'de ölmüştür. En "başarılı" kopyanın, Garbo'nun aksanını bile taklit eden Ruth Chatterton olduğu söylenebilir. Fox firması da Louella Parsons'u kendi Greta Garbo'su olarak dener, ama bütün kopyalar başarısız olur -hem de kesinlikle!
İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğindeki dünyada bir Greta Garbo rüzgarı esmektedir ve mesela Almanya'da Hitler'in propaganda bakanı Goebels bile Greta Garbo hayranı olduğunu saklamamaktadır.
Peki Greta Garbo'yu bu kadar benzersiz ve popüler kılan nedir? Taklitleri neden mutlaka ve kesinlikle başarısızlığa uğramışlardır?
Burada Greta Garbo'nun, gerçekten de sadece iyi sanatçılarda bulunan bir mayaya sahip olduğundan, güçlü ve özgün yanlarından bahsetmek gerekiyor. Garbo'nun bence en önemli özelliği bakışları. Sadece bakışlarıyla, fazla mimiğe de gerek duymadan kendini bu kadar iyi ifade edebilen ikinci bir aktris olsa olsa Marilyn Monroe olabilir. Bu kaliteye Türkiye'de sahip olan aktristler arasında benim aklıma önce Derya Alabora, sonra Binnur Kaya geliyor. İkisi de klasik anlamda 'Yıldız' değiller maalesef.
Garbo'nun kişisel anlamda en ödünsüz ve kesin olan yanlarından belki de ilki, özel hayatını kesinlikle gizli tutmasıdır. Diğer sinema yıldızları özel hayatları üzerinden magazin dergilerini doldururken onun basından kaçması, orijinal bir durumdu diyebiliriz. Garbo hiç evlenmemiştir. Buradan oluşan merak, onun oynadığı rollerdeki 'Duygusal Gizemli Kadın' imajıyla daha da pekişmiş görünüyor. Dönem, melodramların dönemidir.
Ve Garbo, sahici adamlara/kadınlara özgü bir tavırla, gereğinde bilinen hayatını tamamen ardında bırakıp geri çekilmesini bilen biri olduğunu da kanıtlamış, bu onu daha da yüceltmiştir. -Ün bağımlısı değildir. Bir diğer özgün yanı, zamanın modasını tamamen reddetmesi ve kendi tarzını moda haline getirmesidir. Bu konuda öyle başarılı olmuştur ki, daha 1932 yılında ünlü Vanity Fair dergisi, "Greata Garbo öncesi ve sonrası" hakkında ilginç bir yazı yayımlamış ve tipik kadın imajının Garbo tarafından nasıl değişririldiği üzerinde durmuştur. Yazıda Garbo'nun fersiz sade kaşları ve elmacık kemiklerinin, anlamlı bakışlarının makyajla nasıl taklit edildiğini ve zamanın modern dünyasında kadınların bu yeni sadeliği nasıl benimsediğini anlatmıştır. Bu ve daha bir dizi önemli özelliklerinin, onu benzersiz kıldığını söyleyebiliriz.
1905 İsveç doğumlu Greta Garbo, 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın en kanlı yılında, daha 37 yaşındayken sinema kariyerine son verir. Bunun baş nedeni, 1941 yılında çevirdiği başarısız bir komedidir. Bir daha -seçkin bir çevre dışında- kimseye görünmeyen Greta Garbo, 15 Nisan 1990'da New York'da, dünyanın Katyn katliamını konuştuğu gün hayata gözlerini yumar. (O gün bütün gazeteler, Michail Garbaçov'un, Stalin'in 20 bin Polonyalı esiri nasıl emir verip öldürttüğü açıklamasını yazıyorlardı.)
Greta Garbo'nun ölümü fazla yankı bulmaz. Yakılan cesedinin külleri, vasiyetine uygun olarak 1999 yılında, memleketi İsveç'te mütevazi bir mezara defnedilir.
Greta Garbo 1941 yılındaki başarısız rolünden sonra hiçbir film teklifini kabul etmemiş ve izini kaybettirmeye çalışmıştır. New York'ta ve İsviçre'deki bazı manastırlarda yaşamış, sadece iyi tanıdığı küçük bir çevreyle dostluğunu sürdürmüş ve tanımadığı kişelerin davetlerine, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar gitmemiştir. Mesela İngiltere Kraliçesi Elisabeth'in kendi el yazısıyla Garbo'ya yazdığı davetiyesini, başbaşa konuşacak olmalarına rağmen, "giyecek elbisem yok" diyerek geri çevirmiştir.
Şapkasını yüzü görünmeyecek kadar gözlerine indirmiş bir vaziyette Manhatten'da 52'inci Cadde civarında görüldükten sonra izini tamamen kaybettirir. (Nerede olduğu yeniden duyulduktan sonra da basından kesinlikle uzak durur ve basın da buna saygı gösterir. Daha sonra yaptığı uzun New York yürüyüşleri de sonradan duyulur.)
Greta Garbo 1955'de, sinemaya benzersiz katkıları nedeniyle bir Şeref Oscar'ı aldı, ama ödülünü almaya kendisi gelmedi...
(Garbo'nun nerede olduğunu bilen, onun çevresinden gizemli biri, gelip, o Oscar'ı aldı!..)
Modern bir stil ikonunun doğumu ve ölümü
19'uncu Yüzyılın son yılında doğan Alfred Hitchcock, bir manavın oğlu. 1958'de çektiği Vertigo adlı filmle bir ikona dönüşen, kara sinemanın ustası. Chabrol'ün sadece Sergey Eisenstein'la kıyasladığı büyük bir orijinalliğe sahip. İşte bu adam bir kadına aşık... Aşık da değil tutkun -hatta hasta... Varoluş korkusunu işlemekten zevk alan bu adam, keşfettiği kadına, muazzam bir ün hediye ediyor.
Sarı saçlı, beyaz tenli, yeşil güzlü Grace Patricia Kelly, Hitchcock'tan otuz yaş genç. Dsiplinli bir ailenin kızı. Çalışkan. Ne kadar güzel olduğunun farkına vardıktan sonra, New York'taki 'Academy of Dramatic Arts'a girmeye çalışıyor. Sinema oyuncusu olmak isteyen her genç kız gibi heyecanlı. Sadece babasının ilişkileri (Torpil!) sayesinde okula kabulediliyor, çünkü çocukluğundan beri bir sinüzit sorunu var ve burnundan konuşuyor! Retorik ve nefes dersleri almaya başlıyor.
İlk şansı 1952'de Gary Cooper ile birlikte, ünlü kovboy filmi 'High Noon'da oynaması oluyor.
Uzatmanın lüzumu yok...
Alfred Hitchcock bu güzel kadını üç filminde oynatıyor, ama nasıl filmler...
Benim, "Bei Anruf Mord" adıyla tanıyıp birden çok kez seyrettiğim 'Dial M for Murder' filmi, bildiğimen iyi üç kriminal filmden biridir. Karısını dahice bir planla başka birine öldürtmek isteyen kıskanç zengin kocanın planı başarısızlığa uğrar. Karsı (Grace Kelly), kendini korumak isterken, cinayet için tutulan adamı öldürür. Kocası bu kez de karısının idama mahkum edilmesi için sisnsi bir planı uygular, ama sonunda kurnaz polis müfettişine takılır elbette.
Diğer film, "Das Fenster zum Hof'tur (Rear Window). Hani ayağı kırılınca karşı binayı dürbünle gözetleyip dururken cinayete tanık olan James Stewart ve Hitchock klasiği.
1955'de çevrilen üçüncü film, "Über den Daechern von Nizza"dır (To Catch a Thief)...
Bu üç film klasiği, Grace Kelly'yi sadece dünyaca ünlü bir Aktrist yapmakla kalmayıp, imajını da oluşturup dondurdu.
Sarışın, güzel bir Hanımefendi...
Tabii sadece bu kadar değil. Gizemli kadın Grace Kelly'nin bilinmeyen en önemli sırlarının başında Alfred Hitchcock ile olan ilişkisi geliyor. Bunun sadece "mesleki!" bir ilişki olup olmadığını kimse bilmiyor. Ama sinemanın büyük ustası Hitchcock, Grace Kelly hakkında eski bir vecizeyi tekrarlamış dostlarına: "Salonlarda tam bir Hanımefendi, yatakta tam bir..."
Hitchcock Grace Kelly'ye öylesine tutkun ki, 1956'da Kelly Monaco Prensi ile evlenip ondan ayrıldıktan sonra, en az iki aktristi Kelly'nin imajına uygun şekilde filmlerinde oynattı. Kendi yarattığı ikonun peşinden gitti. Kelly'nin imajını oynayan iki kadından biri Kim Novak'dı.
Büyük Rejisör 1980'de Los Angeles'ta öldüğünde Grace Kelly, Monaco Prensesi Grazia Patrizia idi ve kocasıyla arası hiç iyi değildi. 1982'de geçirdiği bir araba kazasında hayatını kaybetti. Çok konuşulan bu kazada, 52 yaşındaki Grace Kelly, on yıllık paspal bir Rover 3500 kullanıyordu ve Yaz Sarayı'na gidiyordu, arabayı kendisi kullanıyordu ve çok keskin bir virajı alamayıp arabası 40 metre yüksekliğindeki bir uçurumdan uçtu.
Burada en ilginç nokta, Grace Kelly'nin, Alfred Hitchcock'la 1955'te çektiği son filminin bir sahnesinin tam da kazanın olduğu yerde çekilmiş olmasıdır!
Grace Kelly'nin ölümü bütün dünyayı üzmüştü...
Onun hikayesi, birçok insan için modern bir peri masalıydı. (-Tabii bildikleri kadarıyla!)